2 Eylül 1918 ‘de Akşehir’de doğdu. Öykü, roman, oyun yazarı ve gazetecidir.1936’da Konya li-sesini bitirdi. Üniversite Tıp, Hukuk ve Edebiyat fakültelerine devam ettikten sonra yükseköğretimini yarı-da keserek yaşama atıldı(1951). Akşehir’de Nasrettin Hoca (1947-49) gazetesini çıkararak başladığı gaze-tecilik mesleğini sürdürdü. Milliyet, Yeni Gün, Vatan, Yeni İstanbul, Haber, Yol(haftalık) ve Tercüman ga-zetelerinde köşe yazıları, eleştiriler yazdı; yazı işleri müdürlüğü yaptı. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda edebi kurul başkanlığı görevlerinde bulundu.
TARIK BUĞRA
2 Eylül 1918 ‘de Akşehir’de doğdu. Öykü, roman, oyun yazarı ve gazetecidir.1936’da Konya li-sesini bitirdi. Üniversite Tıp, Hukuk ve Edebiyat fakültelerine devam ettikten sonra yükseköğretimini yarı-da keserek yaşama atıldı(1951). Akşehir’de Nasrettin Hoca (1947-49) gazetesini çıkararak başladığı gaze-tecilik mesleğini sürdürdü. Milliyet, Yeni Gün, Vatan, Yeni İstanbul, Haber, Yol(haftalık) ve Tercüman ga-zetelerinde köşe yazıları, eleştiriler yazdı; yazı işleri müdürlüğü yaptı. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda edebi kurul başkanlığı görevlerinde bulundu.
1948’de Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada “Oğlumuz” adlı öyküsüyle ikincilik ödülünü alan Buğra ilk kitabını da aynı adla yayımladı(1949). Daha sonra yazdıklarını Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952-1989), İki Uyku Arasında(1954), Hikayeler(1964) adlı kitaplarda topladı. Bunlarda yoğun şiirli anla-tımıyla dikkati çekiyordu. Olay örgüsünde çok, iç gerçekliğe ağırlık verdi. Kasaba yaşamından büyük kent-teki aydın çevrelerine kadar, insanı çeşitli ortamlarda ve farklı durumlarıyla ele aldı ve ona aşk, yalnızlık, uyumsuzluk gibi temel sorunlar çerçevesinde yaklaştı.
KÜÇÜK aĞa
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetiyle bitmiş, ordu dağıtılmıştır. Başşehir İs-tanbul dahil, memleketin bütün önemli merkezleri işgal altındadır. Daha kötüsü, devlet ile milletin bağları kopmuş, devleti yönetenler ne yapacaklarını bilmedikleri gibi, millette nasıl bir yol tutacağını bilemez durumdadır. Akşehir, bütün köyler, kasabalar ve şehirlerden bir birim, bir kesittir. Orada cereyan edenler a-şağı yukarı bütün yurtta olup bitenlerdir.
1919 yılı baharında Akşehir, bütün bir dünya savaşı boyunca çeşitli cephelere dağılmış evlatlar-ından geriye kalabilenleri toplamaktadır. Bir enkazdır Akşehir...Her ev birinin yolunu gözlemektedir. Ama onlar ,nasıl ,ne şekilde, hangi keder ve ruhla döneceklerdir. Geceleri bir mezar sessizliğine bürünen yaslı Akşehir’de Gavur Mahallesi’ndeki Yorgo’nun ,Minas’ın meyhanelerinden gelen kahkahalar,naralar,şarkı, gitar ve ud sesleri bu sessizliği delik deşik eder.
İlk gelenlerden birisi Salih’dir.O ,Arabistan cephesinden geliyor. Sağ kolunu ,sağ kulağını ve sağ yanağını orada bırakmıştır.
Trenden inip evine yönelince Yemen Türküsü’nün iki mısrası gelip geçer içinden.
Salih’e göre keşke gelmek olmasaydı,böyle yarım yamalak gelmektense ...
Onu ilk karşılayan çocukluk arkadaşı Niko’dur. Savaşla birlikte diğer Rum ve Ermeniler gibi Ni-ko da değişmiş, Osmanlı değil, Rum olduğunun şuuruna varmış ve tam bir ihanet olan davasının adamı ol-muştur. Salih’e yakınlık gösterir. Maksadı onu kendisine bağlamak, çocukluk ve ilk gençlik yıllarında hep kendisinden üstün olan Salih’i ezip böylece ondan intikam almaktır.
Salih’i giydirir, kuşatır. Her gece Niko’nun babasının meyhanesine giderler, Sabahlara kadar içer-ler. Salih çökmüş ruhunun, yarım kalmış vücudunun tesellisini bu kökünden kopmakta, inkarda ve arsızlık-ta bulunmuştur. Köylülerin gözünde tiksinilen bir soysuzdur. Salih’i cepheden o perişan haliyle dönmüş gören anası, onun şimdiki durumuna daha çok üzülmektedir.
Bu günlerde İstanbullu Hoca çıkagelir. İstanbul’un İngilizlerle işbirliği yapan politikacıları onu, Kuvva-yı Milliye çalışmalarını önlesin diye Akşehir’e göndermişlerdir. İstanbullu Hoca, Başşehir’deki ent-rikalardan habersiz olduğu için sırf padişaha bağlılığı yüzünden var gücüyle çalışır. Bilgisi, güzelliği, cesa-reti, sağlam mantığı ve tatlı sesiyle son derece tesirli olmaktadır. Ankara ve Kuvvacılar onu kazanmak için her yola baş vururlar. Fakat kararından dönmeyen Hoca için “vur emri” çıkarılır.
Bu arada Salih, bir gece sessizce gittiği Rumların meyhanesinde bir toplantıya ve bu toplantıda konuşulanlara şahit olur. Rumlar Pontus devletini kurmak için seferberliğe girişmişlerdir. Ele başları bir papaz, en ateşli gönüllü de Niko’dur. Salih, sadece düşmanla değil, bunlara da harp halinde olduğumuzu öğrenir. İçini büyük bir hırs kaplar. Acizliğini yenmek için her gün sol eliyle tabanca talimleri yapar. So-nunda sol elini, kaybettiği sağ elinden daha iyi kullanır hale gelir. Kuvvacılara katılır. Ona önce ufak tefek ayak işleri verirler. Çolaklığı, düzenli ordu halini almaya başlayan Kuvvacılar arasına girmeye engeldir.Bu-nu öğrenince İstanbullu Hoca’ya katılmak için kumandanlardan izin alır.
İstanbullu Hoca, çok genç ve güzel bir kızla, Emine ile evlenmiştir. İlk çocuğunu beklemektedir. Kendisini sevenler, hakkındaki “vur emri”ni duyurur ve Hoca’yı kaçmaya zorlar. İstanbullu Hoca bir şa-fak vakti, genç karısını doğum döşeğinde bırakarak gider. Çakırsaraylı Çetesine katılır. O, artık İstanbullu Hoca değil, Küçük Ağa’dır. Sakalını kesmiş, sarığını, cübbesini çıkarmıştır. Küçük Ağa’nın, İstanbullu Hoca olduğunu pek az kimse bilmektedir. Bunlardan birisi de Salih’dir. Salih Küçük Ağa’ya son derece bağlıdır. Onu bulur, maksadı onun Kuvvacılar tarafında yer almasını sağlamaktır. Çakırsaraylı’dan ayrıla-rak tek başına bir çete kuran Küçük Ağa, Salih’in de yardımıyla tereddütlerden kurtulmuş, Kuvvacıların fikirlerine ve yolunu benimsemiştir. Herkes İstanbullu Hoca’nın, İstanbul’a kaçtığını sandığı günlerde o, Salih ve diğer arkadaşlarıyla Çerkes Ethem kuvvetlerine katılır. Çerkes Ethem’le Garp Cephesi Kumandan-lığı’nın arası açıktır. Küçük Ağa, Çerkes Ethem ve kardeşi Tevfik Bey’in güvenini kazanmıştır ama, o An-kara’ya bağlıdır. Hile yapar, tuzaklar kurar, bu iki kardeşin yeni kurulmakta olan orduyu ve devleti çökert-mesini engeller.
Bu arada Tevfik Bey’den izin alarak, çolak Salih’i Akşehir’e gönderir. Aslında Salih, Alayunt’a giderek durumu, Çerkes Ethem ve kardeşinin niyetini Kuvvacıların önde gelenlerinden Haydar Bey’e bildi-recekti. Sonra da Akşehir’e gidip, Emine’den ve Küçükl Ağa’nın daha yüzünü görmediği oğlu Mehmet’-den haber getirecekti.
Salih, Şubat ortasında Akşehir’e gelir. Kuvvacıların Akşehir’deki belkemiği, alçakgönüllü, kararlı, hoşgörülü; bütün bunlardan dolayı da o hareketin en faydalı adamı, Ali Emmi ağır hastadır. Salih’i kahve-de saygıya yakın bir sevgiyle karşılarlar.
İkindi üzeri Reis Bey ile Küçük Hacı, Ali Emmi’yi ziyarete gitmişlerdir. Salih, sırrını onlara açık-lar. Bütün Akşehir’in İstanbul’a kaçtı sonra da öldü sandığı İstanbullu Hoca hayattadır. Adını ve fikrini de-ğiştirmiş, Kuvva-yı Milliye’nin en fedakar gönüllülerinden Küçük Ağa olmuştur.
Emine’ye gelince, o, uzun geceler boyu, yapayalnız, genç ve güzel kocasını beklemiştir. Babasının yüzünü bir kere bile görmediği küçük Mehmet’le birlikte “gel babası geeel, gel” diye çağırmışlar, ama ba-ba dönmemiştir. Onun vurulduğu haberi gelince de Emine’yi yaşlı ve bezgin çarıkçı Hasan’a nikahlamış-lardır. Salih, işte bu gerçeği öğrenir ve kalmanın faydasızlığına inanarak kaçıp gider. O gittikten kısa bir süre sonra Ali Emmi’yi toprağa verirler.
Ötede, Küçük Ağa, Tevfik Bey kadar ağabeysi Çerkes Ethem’in de güvenini ve takdirini kazan-mıştır. Çerkes Ethem, Garp Cephesi Kumandanı’yla aralarındaki geçimsizliği bir büyük ihanete götürmek üzredir. Bütün kuvvetlerini toplayarak Kütahya’ya geçecek, istekleri kabul edilmezse Ankara’ya yürüye-cektir. Durumun son derece kritik olduğunu gören Küçük Ağa’nın “şeriatin mübah gördüğü harp hilesinin” en büyüğünü oynamaktan başka çaresi yoktur. Hem kendisi, hem davası, hem de milli zafer açısından son derece tehlikeli olan bu hile, Küçük Ağa’nın, dolayısıyla Milli Mücadele’nin sonu olabilir. Küçük Ağa, bü-yük oyununu oynar. Çerkes Ethem’in vuracağı darbeyi mümkün olduğu kadar zayıflatmak için onun asker-lerini içinden böler. Çerkes Ethem kuvvetlerinin yarısı, Kütahya Komutanı İzzettin Bey’e teslim olur, Kuv-vacıların tarafına geçerler. Küçük Ağa, nefsinden vatanı lehine feragat etmekle yanılmamıştır.
Günler geçer, peşpeşe, Küçük Ağa Akşehir’e gidip gitmemek konusunda bir karar arifesindedir. Çolak Salih’in ne kendisi gelir, ne de bir haber gönderir. Başka çaresi kalmayan Küçük Ağa, Akşehir’e, Mehmed’ine ve Emine’ye gitmeye karar verir. Ama daha Akşehir’e girer girmez karısının bir başkasıyla evlendiğini öğrenir. Artık “İstanbullu Hoca” hüviyetini iyice saklamak zorundadır kendi oğluyla tanışır, ar-kadaşlık kurar. Mehmet de babası olduğunu bilmeden bu genç ve güzel adamı sevmektedir.
Uzun zamandır hasta olan Emine pırıl pırıl bir Cuma sabahı Hakk-ın rahmetine kavuşur.
Emine’nin toprağa verildiği akşam, Küçük Ağa, Ankara’ya hareket ederek kuruluş ve kurtuluş günlerinin önde gelen insanı olur. Onun buradan sonraki hayatı bir hüzün şarkısından ibarettir. Devirler ge-çecek, hayranlıklar ve düşmanlıklar görecek, varlığı da bütün unsurlarıyla tadacaktır. Fakat o, saadeti sade-ce bir hatıra olarak tanıyacaktır. Hüzün, onun saadetinin ikinci adıdır artık...
3-) MUHTEVA BİLGİSİ
A-) ANA FİKİR:
Küçük Ağa romanı, Milli Mücadele’ye Akşehir’den bakmaktadır. Yani gerçeğin diğer yarısını Milli Mücadele’nin en önemli unsuru olan milleti gösteriyor bize. Zaferin nasıl, kimlerle, hangi acılar ve fedakarlıklar pahasına kazanıldığını anlatıyor. Küçük Ağa, nasıl olduğunu dile getiriyor.
B-) ALINACAK DERSLER
*Bu ülke, bayrak, özgürlük için canımızı seve seve vermeliyiz.
*Kendi çıkarlarımızdan çok ülkenin çıkarlarını düşünmeliyiz.
*Kendimizde olan bir eksiklikten dolayı hayata küsmemeliyiz.
*Bu kadar zorluklarla kurtardığımız vatanımızın değerini bilmeliyiz ve ona sahip çıkmalıyız.
C-) OLAYIN KİŞİLERİ VE TAHLİLLERİ
A-) FİZİKİ TAHLİLLERİ:
İstanbullu Hoca:Genç olmasına rağmen gür ve siyah sakalı olan, gözleri yeşile çalan açık ela , körpe yüz-lü, boylu poslu ve pehlivan yapılıydı. Bu pehlivan yapısını hafifçe öne durışu ve yumuşak hareketleri biraz gizleyen birisi.
Salih ağa kolunu ve sağ kulağını savaşta kaybetmiş, kehribar gibi gözleri olan yiğit bir delikanlıdır. Yana-ğında savaştan kalma bir yara izi vardı.
Ali emmi:Tel çerçeveli gözlükleri vardı. Alnındaki kırışıklıkları olan. İhtiyarlıktan elleri, sakalı titreyen bir adamdır. Ak saçı ve sakalı vardı.
Ağır Ceza Reisi sağlam bir kişiliği vardı. Boyu kısaydı fakat çok heybetli bir duruşu vardı.
Emine daha on beşine basmamıştır. İnce belli fakat dolgun körpe bir kızdır. İri, simsiyah gözleri, hafifçe çatık hilal kaşları,kırmızı ve kalın dudakları, narin ve çekme burnu ve pespembe tenli çok güzel bir kızdır.
C-) RUHİ TAHLİLLERİ:
İstanbullu Hoca:Alim, fazıl, kamil bir hocadır. Bakışlarındaki mana, şefkat, tevazu, ve hüzün ile, didikle-yici, meydan okuyucu, sorguya çeken, hüküm veren ışıltılar oluşuyordu. Bilgili, imanlı ve cesur dur. Derin ve canlı bir tip. Çok fedakar birisidir.
Salih:Mert ve gözünü budaktan esirgemeyen bir insandır.Zor karar veren, fakat verdiği karadan dönmeyen bir yiğittir.En tehlikeli vazifeye oyuna gider gibi giden, edebini, terbiyesini hiç bozmayan bir insandır, ama savaştan sonra iyiden iyiye çökmüştür.
Ali emmi:Bir toprak adamıdır. Bütün benzerleri gibi toprağın sabır ve sükununu içine sindirmiş bir Akşe-hir köylüsüdür.
Ağır Ceza Reisi sağlam bir şahsiyeti vardır. Çünkü doğru yolu bulmuştur. Sade, alçakgönüllü ve dürüst-tür. Ama gerektiği zaman inatçı ve yırtıcıdır.
Emine:Huyu da yüzü gibi çok güzeldir. Temiz, namuslu, zengin bir ailenin bir kızıdır
D-)SOSYOLOJİK TAHLİLLERİ:
İstanbullu Hoca:Asıl adı Mehmet Reşit’dir sonradan adı “Küçük Ağa” olur. Milli Mücadele’yi kazandıran unsurlardan birisini, din adamlarını temsil eder.
Salih:Onun için Çolak derler. Savaştan sonra kendini kaybeder, ama erken toparlar ve Küçük Ağa’nın en yakını olur.
Ali emmi:Romanda Milli Mücadele’nin “millet” unsurunu temsil eder.
Ağır Ceza Reisi:İyi bir tahsil ve terbiye görmüştür. Pratik, inandığı değerler içinde, bulunduğu şartlar arasında ahenk kurmuştur.
Emine:Bir köylü kızıdır. Erkeğine son derece bağlıdır.
NOT:Ayrıca romanda Gönülsüzlerin Haydar Bey, Topbaşların Halis, Yüzbaşı Hamdi, Yüzbaşı Nazmi, Küçük Hacı gibi kahramanlar vardır. Hepsi de Milli Mücadele’nin isimsiz yiğitleridir.
D-) OLAYIN GEÇTİĞİ MEKAN:
Olay Akşehir’de geçmektedir. Akşehir’in Topyeri ve Çobankaya’nın arasındaki Tekke Deresi’-ni bir üçgenin tabanı gibi kapatan Taşoluk sokağı iki fırın, bir bakkalı, bahçeli ve iki, üç katlı evleri ile Ak-şehir’in gözde semtlerinden birisi idi. Sokağın tam ortasında Halıhane’nin büyük bahçesine dayanan bir çıkmaz vardı. Salih’lerin evi bu çıkmazın sol tarafında, en dipte idi. Kasabanın değişmeyen, hatta büsbütün canlanan bir yönü de vardı: Gavur Mahallesi. Burada Minas’ın, Yorgo’nun meyhaneleri vardır. Gavur Mahallesi ile diğer mahalleler arasında pek mühimsenecek bir fark yoktur. Sadece evlerin tipleri biraz değişiktir.
E-) TÜR BİLGİSİ:
Eserin türü romandır. Roman, çeviriler yoluyla edebiyatımıza girmiştir. Roman alanında ilk çeviri eser Yusuf Kamil Paşa ‘nın yaptığı Telemak’tır. Ahmet Mithat birkaç yıl sonra halka yönelik hikaye ve roman yazma yolunu seçerek Dünyaya İkinci Geliş, Hasan Mellah, Felatun Bey adlı romanlarını yazdı. Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseri ilk Türk romanı olarak kabul edilir. 1876’da Na-mık Kemal’in yazmış olduğu İntibah adlı roman da, ilk edebi romandır. Romantizmin etkisiyle yazılmış olan bu roman ilk tasvir ve psikolojik çözümleme romanımız olarak da kabul edilir.
Recaizade Ekrem, Samipaşazade Sezai, ve Nabizade Nazım’ın romanlarında romantizmden rea-lizme doğru bir gelişim görülür.
4B-) EDEBİ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ:
Siyah Kehribar’la (1955,1991) romana geçti. Küçük Ağa(1964,1989) ve Küçük Ağa Ankara’da (1966,1975) adlı yapıtlarıyla Kurtuluş Savaşı’na resmi tarih görüşünün dışında bir yorum getirmeye çalıştı. Firavun İmamı(1976,1989), Dönemeçte(1979,1989), Yağmur Beklerken(1981), Cumhuriyet döneminin çeşitli evrelerindeki siyasal örgütlenmeleri, öok partili demokratik yaşamın ilk yıllarını sergileyen romanla-rıdır.
Tarık Buğra birey özgürlüğünü temel alan Ayakta Durmak İstiyorum; Akümülatörlü Radyo; Yüzlerce Çiçek Birden Açtı, (1981) adlı oyunlarıyla da dikkat çekti. İbişin Rüyası ile (1970, 1989) TRT 1970 Sanat Ödülleri Yarışması’nda başarı ödülünü ; Firavun İmamı ile 1978, Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık ile1985 Milli Kültür Vakfı Armağanı’nı; Yağmur Beklerken adlı yapıtıyla da 1989 İş Bankası Roman Büyük Ödülü’nü kazandı. Romanlarından bazıları televizyona uyarlandı
Öbür yapıtları arasında dil ve edebiyat üzerine yazdığı Düşman Kazanma Sanatı(1979), Mosko-va gezisi notları Gagaringrad(1962), köşe yazılarından seçmeler Gençlik Türküsü(1964) ve deneme kitabı Bu Çağın Adı(1990) sayılabilir.
TARIK BUĞRA
2 Eylül 1918 ‘de Akşehir’de doğdu. Öykü, roman, oyun yazarı ve gazetecidir.1936’da Konya li-sesini bitirdi. Üniversite Tıp, Hukuk ve Edebiyat fakültelerine devam ettikten sonra yükseköğretimini yarı-da keserek yaşama atıldı(1951). Akşehir’de Nasrettin Hoca (1947-49) gazetesini çıkararak başladığı gaze-tecilik mesleğini sürdürdü. Milliyet, Yeni Gün, Vatan, Yeni İstanbul, Haber, Yol(haftalık) ve Tercüman ga-zetelerinde köşe yazıları, eleştiriler yazdı; yazı işleri müdürlüğü yaptı. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda edebi kurul başkanlığı görevlerinde bulundu.
1948’de Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada “Oğlumuz” adlı öyküsüyle ikincilik ödülünü alan Buğra ilk kitabını da aynı adla yayımladı(1949). Daha sonra yazdıklarını Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952-1989), İki Uyku Arasında(1954), Hikayeler(1964) adlı kitaplarda topladı. Bunlarda yoğun şiirli anla-tımıyla dikkati çekiyordu. Olay örgüsünde çok, iç gerçekliğe ağırlık verdi. Kasaba yaşamından büyük kent-teki aydın çevrelerine kadar, insanı çeşitli ortamlarda ve farklı durumlarıyla ele aldı ve ona aşk, yalnızlık, uyumsuzluk gibi temel sorunlar çerçevesinde yaklaştı.
KÜÇÜK aĞa
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetiyle bitmiş, ordu dağıtılmıştır. Başşehir İs-tanbul dahil, memleketin bütün önemli merkezleri işgal altındadır. Daha kötüsü, devlet ile milletin bağları kopmuş, devleti yönetenler ne yapacaklarını bilmedikleri gibi, millette nasıl bir yol tutacağını bilemez durumdadır. Akşehir, bütün köyler, kasabalar ve şehirlerden bir birim, bir kesittir. Orada cereyan edenler a-şağı yukarı bütün yurtta olup bitenlerdir.
1919 yılı baharında Akşehir, bütün bir dünya savaşı boyunca çeşitli cephelere dağılmış evlatlar-ından geriye kalabilenleri toplamaktadır. Bir enkazdır Akşehir...Her ev birinin yolunu gözlemektedir. Ama onlar ,nasıl ,ne şekilde, hangi keder ve ruhla döneceklerdir. Geceleri bir mezar sessizliğine bürünen yaslı Akşehir’de Gavur Mahallesi’ndeki Yorgo’nun ,Minas’ın meyhanelerinden gelen kahkahalar,naralar,şarkı, gitar ve ud sesleri bu sessizliği delik deşik eder.
İlk gelenlerden birisi Salih’dir.O ,Arabistan cephesinden geliyor. Sağ kolunu ,sağ kulağını ve sağ yanağını orada bırakmıştır.
Trenden inip evine yönelince Yemen Türküsü’nün iki mısrası gelip geçer içinden.
Salih’e göre keşke gelmek olmasaydı,böyle yarım yamalak gelmektense ...
Onu ilk karşılayan çocukluk arkadaşı Niko’dur. Savaşla birlikte diğer Rum ve Ermeniler gibi Ni-ko da değişmiş, Osmanlı değil, Rum olduğunun şuuruna varmış ve tam bir ihanet olan davasının adamı ol-muştur. Salih’e yakınlık gösterir. Maksadı onu kendisine bağlamak, çocukluk ve ilk gençlik yıllarında hep kendisinden üstün olan Salih’i ezip böylece ondan intikam almaktır.
Salih’i giydirir, kuşatır. Her gece Niko’nun babasının meyhanesine giderler, Sabahlara kadar içer-ler. Salih çökmüş ruhunun, yarım kalmış vücudunun tesellisini bu kökünden kopmakta, inkarda ve arsızlık-ta bulunmuştur. Köylülerin gözünde tiksinilen bir soysuzdur. Salih’i cepheden o perişan haliyle dönmüş gören anası, onun şimdiki durumuna daha çok üzülmektedir.
Bu günlerde İstanbullu Hoca çıkagelir. İstanbul’un İngilizlerle işbirliği yapan politikacıları onu, Kuvva-yı Milliye çalışmalarını önlesin diye Akşehir’e göndermişlerdir. İstanbullu Hoca, Başşehir’deki ent-rikalardan habersiz olduğu için sırf padişaha bağlılığı yüzünden var gücüyle çalışır. Bilgisi, güzelliği, cesa-reti, sağlam mantığı ve tatlı sesiyle son derece tesirli olmaktadır. Ankara ve Kuvvacılar onu kazanmak için her yola baş vururlar. Fakat kararından dönmeyen Hoca için “vur emri” çıkarılır.
Bu arada Salih, bir gece sessizce gittiği Rumların meyhanesinde bir toplantıya ve bu toplantıda konuşulanlara şahit olur. Rumlar Pontus devletini kurmak için seferberliğe girişmişlerdir. Ele başları bir papaz, en ateşli gönüllü de Niko’dur. Salih, sadece düşmanla değil, bunlara da harp halinde olduğumuzu öğrenir. İçini büyük bir hırs kaplar. Acizliğini yenmek için her gün sol eliyle tabanca talimleri yapar. So-nunda sol elini, kaybettiği sağ elinden daha iyi kullanır hale gelir. Kuvvacılara katılır. Ona önce ufak tefek ayak işleri verirler. Çolaklığı, düzenli ordu halini almaya başlayan Kuvvacılar arasına girmeye engeldir.Bu-nu öğrenince İstanbullu Hoca’ya katılmak için kumandanlardan izin alır.
İstanbullu Hoca, çok genç ve güzel bir kızla, Emine ile evlenmiştir. İlk çocuğunu beklemektedir. Kendisini sevenler, hakkındaki “vur emri”ni duyurur ve Hoca’yı kaçmaya zorlar. İstanbullu Hoca bir şa-fak vakti, genç karısını doğum döşeğinde bırakarak gider. Çakırsaraylı Çetesine katılır. O, artık İstanbullu Hoca değil, Küçük Ağa’dır. Sakalını kesmiş, sarığını, cübbesini çıkarmıştır. Küçük Ağa’nın, İstanbullu Hoca olduğunu pek az kimse bilmektedir. Bunlardan birisi de Salih’dir. Salih Küçük Ağa’ya son derece bağlıdır. Onu bulur, maksadı onun Kuvvacılar tarafında yer almasını sağlamaktır. Çakırsaraylı’dan ayrıla-rak tek başına bir çete kuran Küçük Ağa, Salih’in de yardımıyla tereddütlerden kurtulmuş, Kuvvacıların fikirlerine ve yolunu benimsemiştir. Herkes İstanbullu Hoca’nın, İstanbul’a kaçtığını sandığı günlerde o, Salih ve diğer arkadaşlarıyla Çerkes Ethem kuvvetlerine katılır. Çerkes Ethem’le Garp Cephesi Kumandan-lığı’nın arası açıktır. Küçük Ağa, Çerkes Ethem ve kardeşi Tevfik Bey’in güvenini kazanmıştır ama, o An-kara’ya bağlıdır. Hile yapar, tuzaklar kurar, bu iki kardeşin yeni kurulmakta olan orduyu ve devleti çökert-mesini engeller.
Bu arada Tevfik Bey’den izin alarak, çolak Salih’i Akşehir’e gönderir. Aslında Salih, Alayunt’a giderek durumu, Çerkes Ethem ve kardeşinin niyetini Kuvvacıların önde gelenlerinden Haydar Bey’e bildi-recekti. Sonra da Akşehir’e gidip, Emine’den ve Küçükl Ağa’nın daha yüzünü görmediği oğlu Mehmet’-den haber getirecekti.
Salih, Şubat ortasında Akşehir’e gelir. Kuvvacıların Akşehir’deki belkemiği, alçakgönüllü, kararlı, hoşgörülü; bütün bunlardan dolayı da o hareketin en faydalı adamı, Ali Emmi ağır hastadır. Salih’i kahve-de saygıya yakın bir sevgiyle karşılarlar.
İkindi üzeri Reis Bey ile Küçük Hacı, Ali Emmi’yi ziyarete gitmişlerdir. Salih, sırrını onlara açık-lar. Bütün Akşehir’in İstanbul’a kaçtı sonra da öldü sandığı İstanbullu Hoca hayattadır. Adını ve fikrini de-ğiştirmiş, Kuvva-yı Milliye’nin en fedakar gönüllülerinden Küçük Ağa olmuştur.
Emine’ye gelince, o, uzun geceler boyu, yapayalnız, genç ve güzel kocasını beklemiştir. Babasının yüzünü bir kere bile görmediği küçük Mehmet’le birlikte “gel babası geeel, gel” diye çağırmışlar, ama ba-ba dönmemiştir. Onun vurulduğu haberi gelince de Emine’yi yaşlı ve bezgin çarıkçı Hasan’a nikahlamış-lardır. Salih, işte bu gerçeği öğrenir ve kalmanın faydasızlığına inanarak kaçıp gider. O gittikten kısa bir süre sonra Ali Emmi’yi toprağa verirler.
Ötede, Küçük Ağa, Tevfik Bey kadar ağabeysi Çerkes Ethem’in de güvenini ve takdirini kazan-mıştır. Çerkes Ethem, Garp Cephesi Kumandanı’yla aralarındaki geçimsizliği bir büyük ihanete götürmek üzredir. Bütün kuvvetlerini toplayarak Kütahya’ya geçecek, istekleri kabul edilmezse Ankara’ya yürüye-cektir. Durumun son derece kritik olduğunu gören Küçük Ağa’nın “şeriatin mübah gördüğü harp hilesinin” en büyüğünü oynamaktan başka çaresi yoktur. Hem kendisi, hem davası, hem de milli zafer açısından son derece tehlikeli olan bu hile, Küçük Ağa’nın, dolayısıyla Milli Mücadele’nin sonu olabilir. Küçük Ağa, bü-yük oyununu oynar. Çerkes Ethem’in vuracağı darbeyi mümkün olduğu kadar zayıflatmak için onun asker-lerini içinden böler. Çerkes Ethem kuvvetlerinin yarısı, Kütahya Komutanı İzzettin Bey’e teslim olur, Kuv-vacıların tarafına geçerler. Küçük Ağa, nefsinden vatanı lehine feragat etmekle yanılmamıştır.
Günler geçer, peşpeşe, Küçük Ağa Akşehir’e gidip gitmemek konusunda bir karar arifesindedir. Çolak Salih’in ne kendisi gelir, ne de bir haber gönderir. Başka çaresi kalmayan Küçük Ağa, Akşehir’e, Mehmed’ine ve Emine’ye gitmeye karar verir. Ama daha Akşehir’e girer girmez karısının bir başkasıyla evlendiğini öğrenir. Artık “İstanbullu Hoca” hüviyetini iyice saklamak zorundadır kendi oğluyla tanışır, ar-kadaşlık kurar. Mehmet de babası olduğunu bilmeden bu genç ve güzel adamı sevmektedir.
Uzun zamandır hasta olan Emine pırıl pırıl bir Cuma sabahı Hakk-ın rahmetine kavuşur.
Emine’nin toprağa verildiği akşam, Küçük Ağa, Ankara’ya hareket ederek kuruluş ve kurtuluş günlerinin önde gelen insanı olur. Onun buradan sonraki hayatı bir hüzün şarkısından ibarettir. Devirler ge-çecek, hayranlıklar ve düşmanlıklar görecek, varlığı da bütün unsurlarıyla tadacaktır. Fakat o, saadeti sade-ce bir hatıra olarak tanıyacaktır. Hüzün, onun saadetinin ikinci adıdır artık...
3-) MUHTEVA BİLGİSİ
A-) ANA FİKİR:
Küçük Ağa romanı, Milli Mücadele’ye Akşehir’den bakmaktadır. Yani gerçeğin diğer yarısını Milli Mücadele’nin en önemli unsuru olan milleti gösteriyor bize. Zaferin nasıl, kimlerle, hangi acılar ve fedakarlıklar pahasına kazanıldığını anlatıyor. Küçük Ağa, nasıl olduğunu dile getiriyor.
B-) ALINACAK DERSLER
*Bu ülke, bayrak, özgürlük için canımızı seve seve vermeliyiz.
*Kendi çıkarlarımızdan çok ülkenin çıkarlarını düşünmeliyiz.
*Kendimizde olan bir eksiklikten dolayı hayata küsmemeliyiz.
*Bu kadar zorluklarla kurtardığımız vatanımızın değerini bilmeliyiz ve ona sahip çıkmalıyız.
C-) OLAYIN KİŞİLERİ VE TAHLİLLERİ
A-) FİZİKİ TAHLİLLERİ:
İstanbullu Hoca:Genç olmasına rağmen gür ve siyah sakalı olan, gözleri yeşile çalan açık ela , körpe yüz-lü, boylu poslu ve pehlivan yapılıydı. Bu pehlivan yapısını hafifçe öne durışu ve yumuşak hareketleri biraz gizleyen birisi.
Salih ağa kolunu ve sağ kulağını savaşta kaybetmiş, kehribar gibi gözleri olan yiğit bir delikanlıdır. Yana-ğında savaştan kalma bir yara izi vardı.
Ali emmi:Tel çerçeveli gözlükleri vardı. Alnındaki kırışıklıkları olan. İhtiyarlıktan elleri, sakalı titreyen bir adamdır. Ak saçı ve sakalı vardı.
Ağır Ceza Reisi sağlam bir kişiliği vardı. Boyu kısaydı fakat çok heybetli bir duruşu vardı.
Emine daha on beşine basmamıştır. İnce belli fakat dolgun körpe bir kızdır. İri, simsiyah gözleri, hafifçe çatık hilal kaşları,kırmızı ve kalın dudakları, narin ve çekme burnu ve pespembe tenli çok güzel bir kızdır.
C-) RUHİ TAHLİLLERİ:
İstanbullu Hoca:Alim, fazıl, kamil bir hocadır. Bakışlarındaki mana, şefkat, tevazu, ve hüzün ile, didikle-yici, meydan okuyucu, sorguya çeken, hüküm veren ışıltılar oluşuyordu. Bilgili, imanlı ve cesur dur. Derin ve canlı bir tip. Çok fedakar birisidir.
Salih:Mert ve gözünü budaktan esirgemeyen bir insandır.Zor karar veren, fakat verdiği karadan dönmeyen bir yiğittir.En tehlikeli vazifeye oyuna gider gibi giden, edebini, terbiyesini hiç bozmayan bir insandır, ama savaştan sonra iyiden iyiye çökmüştür.
Ali emmi:Bir toprak adamıdır. Bütün benzerleri gibi toprağın sabır ve sükununu içine sindirmiş bir Akşe-hir köylüsüdür.
Ağır Ceza Reisi sağlam bir şahsiyeti vardır. Çünkü doğru yolu bulmuştur. Sade, alçakgönüllü ve dürüst-tür. Ama gerektiği zaman inatçı ve yırtıcıdır.
Emine:Huyu da yüzü gibi çok güzeldir. Temiz, namuslu, zengin bir ailenin bir kızıdır
D-)SOSYOLOJİK TAHLİLLERİ:
İstanbullu Hoca:Asıl adı Mehmet Reşit’dir sonradan adı “Küçük Ağa” olur. Milli Mücadele’yi kazandıran unsurlardan birisini, din adamlarını temsil eder.
Salih:Onun için Çolak derler. Savaştan sonra kendini kaybeder, ama erken toparlar ve Küçük Ağa’nın en yakını olur.
Ali emmi:Romanda Milli Mücadele’nin “millet” unsurunu temsil eder.
Ağır Ceza Reisi:İyi bir tahsil ve terbiye görmüştür. Pratik, inandığı değerler içinde, bulunduğu şartlar arasında ahenk kurmuştur.
Emine:Bir köylü kızıdır. Erkeğine son derece bağlıdır.
NOT:Ayrıca romanda Gönülsüzlerin Haydar Bey, Topbaşların Halis, Yüzbaşı Hamdi, Yüzbaşı Nazmi, Küçük Hacı gibi kahramanlar vardır. Hepsi de Milli Mücadele’nin isimsiz yiğitleridir.
D-) OLAYIN GEÇTİĞİ MEKAN:
Olay Akşehir’de geçmektedir. Akşehir’in Topyeri ve Çobankaya’nın arasındaki Tekke Deresi’-ni bir üçgenin tabanı gibi kapatan Taşoluk sokağı iki fırın, bir bakkalı, bahçeli ve iki, üç katlı evleri ile Ak-şehir’in gözde semtlerinden birisi idi. Sokağın tam ortasında Halıhane’nin büyük bahçesine dayanan bir çıkmaz vardı. Salih’lerin evi bu çıkmazın sol tarafında, en dipte idi. Kasabanın değişmeyen, hatta büsbütün canlanan bir yönü de vardı: Gavur Mahallesi. Burada Minas’ın, Yorgo’nun meyhaneleri vardır. Gavur Mahallesi ile diğer mahalleler arasında pek mühimsenecek bir fark yoktur. Sadece evlerin tipleri biraz değişiktir.
E-) TÜR BİLGİSİ:
Eserin türü romandır. Roman, çeviriler yoluyla edebiyatımıza girmiştir. Roman alanında ilk çeviri eser Yusuf Kamil Paşa ‘nın yaptığı Telemak’tır. Ahmet Mithat birkaç yıl sonra halka yönelik hikaye ve roman yazma yolunu seçerek Dünyaya İkinci Geliş, Hasan Mellah, Felatun Bey adlı romanlarını yazdı. Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseri ilk Türk romanı olarak kabul edilir. 1876’da Na-mık Kemal’in yazmış olduğu İntibah adlı roman da, ilk edebi romandır. Romantizmin etkisiyle yazılmış olan bu roman ilk tasvir ve psikolojik çözümleme romanımız olarak da kabul edilir.
Recaizade Ekrem, Samipaşazade Sezai, ve Nabizade Nazım’ın romanlarında romantizmden rea-lizme doğru bir gelişim görülür.
4B-) EDEBİ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ:
Siyah Kehribar’la (1955,1991) romana geçti. Küçük Ağa(1964,1989) ve Küçük Ağa Ankara’da (1966,1975) adlı yapıtlarıyla Kurtuluş Savaşı’na resmi tarih görüşünün dışında bir yorum getirmeye çalıştı. Firavun İmamı(1976,1989), Dönemeçte(1979,1989), Yağmur Beklerken(1981), Cumhuriyet döneminin çeşitli evrelerindeki siyasal örgütlenmeleri, öok partili demokratik yaşamın ilk yıllarını sergileyen romanla-rıdır.
Tarık Buğra birey özgürlüğünü temel alan Ayakta Durmak İstiyorum; Akümülatörlü Radyo; Yüzlerce Çiçek Birden Açtı, (1981) adlı oyunlarıyla da dikkat çekti. İbişin Rüyası ile (1970, 1989) TRT 1970 Sanat Ödülleri Yarışması’nda başarı ödülünü ; Firavun İmamı ile 1978, Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık ile1985 Milli Kültür Vakfı Armağanı’nı; Yağmur Beklerken adlı yapıtıyla da 1989 İş Bankası Roman Büyük Ödülü’nü kazandı. Romanlarından bazıları televizyona uyarlandı
Öbür yapıtları arasında dil ve edebiyat üzerine yazdığı Düşman Kazanma Sanatı(1979), Mosko-va gezisi notları Gagaringrad(1962), köşe yazılarından seçmeler Gençlik Türküsü(1964) ve deneme kitabı Bu Çağın Adı(1990) sayılabilir.
Salı Tem. 19, 2011 2:24 pm tarafından glewci
» Xara3d5 3 boyutlu yazi yazma programi (dj isimleri yazmak icin şahane)
C.tesi Nis. 16, 2011 10:24 am tarafından erhan2188
» Hareketli Avatar Yapımı
C.tesi Mart 12, 2011 9:47 pm tarafından (fog)'(x)
» Sjsro 11d'li Media.pk2...!!
C.tesi Mart 12, 2011 1:26 pm tarafından womekan
» Pet (Horse, Wolf, Kervan vs.) Auto Pot.
Salı Şub. 15, 2011 5:11 pm tarafından wiar01
» Silkroad'ı 3D Oynayın! Bir İlk :)
Perş. Şub. 03, 2011 4:38 pm tarafından Fleyd
» Kangurularla Apaçi
Perş. Şub. 03, 2011 3:35 pm tarafından (fog)'(x)
» EiffeL Kulesi Önünde Apaçi :)
Perş. Şub. 03, 2011 3:33 pm tarafından (fog)'(x)
» Apaçi Marşı- Bağlama&Gitar
Perş. Şub. 03, 2011 3:27 pm tarafından (fog)'(x)
» Apaçi Müziği - Gitar Versiyon
Perş. Şub. 03, 2011 3:21 pm tarafından (fog)'(x)