GERÇEK AŞK
Ey dostlar! Bu hikayeyi
dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir
Bundan evvelki bir zamanda bir padişah vardı. O hem dünya,
hem din saltanatına malikti. Padişah, bir gün hususi adamları ile av
için hayvana binmiş, giderken ana caddede bir halayık gördü. O halayığın
kölesi oldu. Can kuşu kafeste çırpınmaya başladı. Mal verdi o halayığı
satın aldı.Onu alıp arzusuna nail oldu. Fakat kazara o halayık
hastalandı.
Birisinin
eşeği varmış, fakat palanı yokmuş. Palanı ele geçirmiş, bu sefer eşeği
kurt kapmış. Birisinin ibriği varmış, fakat suyu elde edememiş. Suyu
bulunca da ibrik kırılmış!
Padişah
sağdan, soldan hekimler topladı. Dedi ki: “İkimizin hayatı da sizin
elinizdedir. Benim hayatım bir şey değil, asıl canımın canı odur. Ben
dertliyim, hastayım, dermanım o .Kim benim canıma derman ederse benim
hazinemi, incimi ve mercanımı ( atiye ve ihsanımı) o aldı (demektir)”.
Hepsi birden
dediler ki: “Canımız feda edelim. Beraberce düşünüp beraberce tedavi
edelim. Bizim her birimiz bir alem Mesih’idir, elimizde her hastalığa
bir ilaç vardır.”
Kibirlerinden
Allah isterse (inşaallah ) demediler. Allah da onlara insanların
acizliğini gösterdi.”İnşaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden
maksadım, insanların yürek katılığını ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa
arızi bir halet olan inşaallah’ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak
değildir. Hey gidi nice inşaallahı diliyle söylemeyen vardır ki canı
“inşaallah” la eş olmuştur.
İlaç ve
tedavi nevinden her ne yapıldı ise hastalık arttı maksat da hasıl
olmadı.O halayıkcağız, hastalıktan kıl gibi olunca padişahın kanlı göz
yaşı ırmağa döndü. Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yağı da
kuruluk tesirini göstermeye başladı. Karahelileyle kabız oldu, ferahlığı
gitti; su, neft gibi ateşe yardım etti.
Padişah, hekimlerin aciz kaldıklarını görünce
yalınayak mescide koştu.Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde
yeri göz yaşından sırsıklam oldu.Yokluk istiğrakından kendisine gelince
ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:
“En az bahşişi dünya mülkü olan Allahm! Ben ne
söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.Ey daima dileğimize penah olan
Allah! Biz bu sefer de yolu yanıldık.Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin
şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.
Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi
de coşmaya başladı.Ağlama esnasında uykuya daldı.
Rüyasında bir pir göründü. Dedi ki: “Ey padişah,
müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.O
gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek
erenlerdendir.İlacında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini
müşahede et.”
Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan
görünüp yıldızları yakınca:Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek
için pencerede bekliyordu.Bir de gördü ki, faziletli, fevkalade hünerli,
bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;Uzaktan hilal gibi
erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.
Ruhumuzda
da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür
gör!Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de,
utanmaları da bir hayalden ötürüdür.Evliyanın tuzağı olan o hayaller,
Allah bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir
pirin çehresinde görünüp duruyordu.Padişah bizzat abeyincilerin yerine
koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.Her ikisi de aşinalık
(yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin
birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı.
Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil.
Fakat dünyada iş işten çıkar.Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana
Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım”
dedi.
Allah’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi
olmayan kimse Allah’nın lütfundan mahrumdur.Edebi olmayan yalnız
kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
Alışverişsiz, dedikodusuz Allah sofrası gökten
iniyordu.Musa kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hanı sarımsak,
mercimek” dediler.Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme,
bel belleme, orak sallama kaldı.Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek
sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.Yine küstahlar edebi terk
ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır,
yeryüzünden kalkmaz.Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve
harislik etmek küfürdür” dedi.O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu
görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.Zekat verilmeyince yağmur bulutu
gelmez zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.İçine kasavetten, gussadan
ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin
yolunu vurucudur, namert odur.Edepten dolayı bu felek nura gark
olmuştur: Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz
olmuşlardır.Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan
Azazil de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne
aldı, canının için çekti.Elini, alnını öpmeğe, oturdu yeri, geldiği yolu
sormaya başladı.Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki:
“Nihayet sabırla bir define buldum.
Ey vuslatı, her sualin cevabı!
Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır” sözünün manası, Ey vuslatı, her
sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz
hallolur gider.Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayağı çamura
batanın elini tutan sensin.
Ey seçilmiş,ey Allah’dan razı olmuş ve Allah
rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza gelir, feza
daralır.Sen, kavmin ulususun, sana müştak olmayan, seni arzulamayan
bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse...”O ağırlama, o hal hatır sorma
meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.
Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp sonra
onu hastanın yanına götürdü.Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp,
idrarını muayene etti. Hastalığının arazını ve sebeplerini de dinledi.
Dedi
ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap
etmişler. Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden
hepsinin aklı dışarıda.” Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı.
Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi. Hastalığı safra ve sevdadan
değildi.
Her odunun kokusu dumanından meydana çıkar.
İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o,
gönüle tutulmuştur. Aşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir
hastalık gönül hastalığı gibi değildir.
Aşığın hastalığı bütün
hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Allah sırlarının usturlabıdır. Aşıklık
ister cihetten olsun, ister bu cihetten... akıbet bizim için o tarafa
kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim...
asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek
aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem,
yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, aciz kalır.
Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı ,
aşıklığı yine aşk şerh etti.
Güneşin vucuduna delil, yine güneştir. Sana
delil lazım ise güneşten yüz çevirme. Gerçi gölgede güneşin varlığından
bir nişan verir, fakat asıl güneş her an can nuru bahşeyler. Gölge sana
gece misali gibi uyku getirir. Ama güneş doğuverince ay yarılır (nuru
görünmez olur). Zaten cihanda güneş gibi misli bulunmaz bir şey yoktur.
Baki olan can güneşi öyle bir güneştir ki, asla gurub etmez.
Güneş gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir
etmek mümkündür. Ama kendisinden esir olan güneş, öyle bir güneştir ki,
ona zihinde de, dışarıda da benzer olamaz. Nerede tasavvurda onun
sığacağı bir yer ki misli tasvir edilebilsin!
Şemseddin’in sözü gelince dördüncü kat göğün
güneşi başını çekti, gizlendi. Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi
anlatmak vacip oldu.Can şu anda eteğimi çekiyor. Yusuf’un gömleğinden
koku almış! “Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hallerden tekrar
bir hali söyle, anlat. Ki yer, gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de
yüz derece daha fazla sevince, neşeye dalsın” (diyor). “Beni külfete
sokma, çünkü ben şimdi yokluktayım. Zihnim durakladı onu görmekten
acizim. Ayık olmayan kişinin her söylediği söz... dilerse tefekküre
düşsün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya kalkışsın... yaraşır söz
değildir.
Eşi bulunmayan o sevgilinin vasfına dair ne
söyleyeyim ki bir damarım bile ayık değil! Bu ayrılığın, bu ciğer
kanının şerhini şimdi geç, başka bir zamana kadar bunu bırak!”
(Can)
dedi ki: “Beni doyur, çünkü ben açım. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir
kılıçtır. Ey yoldaş, ey arkadaş! Sufi, vakit oğludur (bulunduğu vaktin
iktizasına göre iş görür). “Yarın” demek yol şartlarından değildir. Sen
yoksa sufi bir er değilmisin? Vara veresiyeden yokluk gelir”.
Ona dedim ki: “Sevgilinin sırlarını gizli
kapaklı geçmek daha hoştur. Sen, artık hikayelere kulak ver, işi
onlardan anla! Dilbere ait sırların, başkalarına ait sözler içinde
söylenmesi daha hoştur.” O, “Bunu apaçık söyle ki dini açık olarak
anmak, gizli anmaktan iyidir. Perdeyi kaldır ve açıkça söyle ki ben,
güzelle gömlekli olarak yatmam” dedi.
Dedim ki: “O apaçık soyunur,
çırılçıplak bir hale gelirse ne sen kalırsın,ne kucağın kalır, ne belin!
İste ama derecesine göre iste; bir otun bir dağı çekmeye kudreti
yoktur.
Bu alemi aydınlatan güneş, bir parçacık yaklaştı
mı, her şey yandı gitti! Fitneyi, kargaşalığı ve kan dökücülüğü
araştırma, Şems-ı Tebrizi’den bundan fazla bahsetme. Bunun sonu yoktur;
sen yine hikayeye başla, onu tamamlamana bak.
(Hekim) dedi ki: “Ey padişah, evi halvet et,
yakını da uzaklaştır.Köşeden , bucaktan kimse kulak vermesinde ben bu
cariyecikten bir şeyler sorayım.”
Oda boşaltıldı, Hekim ile hastadan
başka kimsecikler kalmadı. Hekim tatlılıkla yumuşak yumuşak dedi ki:
“Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilacı başka başkadır. O
memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye bağlısınız?
Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektiği cevir ve
meşakkati soruyordu.
Bir adamın ayağına diken batınca ayağını dizi
üstüne kor. İğne ucu ile diken başını arar durur, bulamazsa orasını
dudağı ile ıslatır. Ayağa batan dikeni bulmak bu derece müşkül olursa,
yüreğe batan diken nicedir? Cevabını sen ver! Her çer çöp (mesabesinde
olan,) gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir
miydi?
Bir kişi, eşeğin kuyruğu altına diken kor. Eşek onu oradan
çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar. Zıplar, zıpladıkça da diken daha
kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lazım. Eşek, dikeni
çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha
yaralar. O diken çıkaran hekim üstaddı .
Halayığın her tarafına elini koyup muayene
ediyordu. Halayıktan hikaye yolu ile dostların ahvalini sormakta idi.
Kız, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından,
efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi.
Hekim kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına
ve nabzının atmasına dikkat etmekte idi. Nabzı kimin adı anılınca atarsa
cihanda gönlünün istediği odur(diyordu). Memleketinde ki dostlarını
saydı, döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi andı. “Memleketinden
çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?”dedi.
Kız bir şehrin
adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi nabzının atması
başkalaşmadı.Efendileri ve şehirleri birer birer saydı;o yerleri,
yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz, ekmek yediği kişileri
tekrar tekrar söyledi.Şehir şehir, ev ev saydı döktü, kızın ne damarı
oynadı, ne çehresi sarardı.
Hekim şeker gibi Semerkand şehrini
soruncaya kadar kızın nabzı tabii haldeydi fazla atmıyordu.Semerkand’ı
sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkad’lı bir
kuyumcudan ayrılmıştı.O hekim, hastadan bu sırrı elde edip o dert ve
belanın aslına erişince:“Onun semti hangi mahallede?” diye sordu. Kız,
“Köprü başında, Gatfer mahallesinde” dedi.
Hekim, “Hastalığının ne olduğunu hemen anladım.
Seni tedavi hususunda sihirler göstereceğim;Sevin, ilişik etme, emin ol
ki yağmur çimenlere ne yaparsa ben de sana onu yapacağım;Ben, senin
gamını çekmekteyim, sen gam yeme; ben sana yüz babadan daha
şefkatliyim;Aman, sakın ha, bu sırrı kimseye söyleme; padişah senden
bunu ne kadar sorup soruştursa yine sakla;Sırların gönülde gizli kalırsa
o muradın çabucak hasıl olur;dedi.
Peygamber demiştir ki: “Her kim
sırrını saklar ise çabucak muradına erişir.” Tohum toprak içinde
gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir.
Altın ve gümüş gizli olmasalardı... madende nasıl musaffa olurlar, nasıl
altın ve gümüş haline gelirlerdi? O hekimin vaadleri ve lütufları
hastayı korkudan emin etti. Hakiki olan vaadleri gönül kabul eder, içten
gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar. Kerem ehlinin vaadleri akıp
duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi
bulunmayanların vaadleri ise gönül azabıdır.
Ondan sonra hekim, kalkıp padişahın huzuruna
gitti.; padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti. Dedi ki: “Çare
şundan ibaret: bu derdin iyileşmesi için o adamı getirelim. Kuyumcuyu o
uzak şehirden çağır, onu altınla, elbise ile aldat.” Padişah, hekimden
bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti. O tarafa
ehliyetli, kifayetli, adil bir iki kişiyi elçi olarak gönderdi.
O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu olarak
Semerkand’e kadar geldiler. Dediler ki: “Ey lütuf sahibi üstad, ey
marifette kamil kişi! Öğülmen şehirlere yayılmıştır. İşte filan padişah,
kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira (bu işte) pek büyüksün, pek
kamilsin. Şimdilik şu elbiseyi, altın ve gümüşü al da gelince de
padişahın havassından ve nedimlerinden olursun.”
Adam çok malı, çok parayı görünce gururlandı,
şehirden çoluk çocuktan ayrıldı. Adam neşeli bir halde yola düştü.
Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti. Arap atına binip sevinçle
koşturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı.
Ey yüzlerce razılıkla
sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden. Hayalinde
mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail “Git evet, muradına erişirsin”
demekte!
O garip kişi yoldan gelince, hekim onu padişahın
huzuruna götürdü; Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu,
padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.
Padişah onu görünce pek ağırladı, altın
hazinesini ona teslim etti. Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o
cariyeciği bu tacire ver ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o ateşi
gidersin.”
Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet
müştakını birbirine çift etti. Altı ay kadar murat alıp murat verdiler.
Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.
Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı,
kuyumcu içti, kızın karşısın da erimeye başladı. Hastalık yüzünden
kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu,
ondan vazgeçti. Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca kızın gönlüde yavaş
yavaş ondan soğudu.
Ancak zahiri güzelliğe ait bulunan aşklar aşk
değildir. Onlar nihayet bir ar olur. Keşke kuyumcu baştan başa ayıp ve
ar olsaydı, tamamı ile çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal
gelmeseydi! Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına
düşman kesildi.
Tavus kuşunun kanadı, kendisine düşmandır. Nice
padişahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helaklerine sebep olmuştur.
Kuyumcu,”Ben o ahuyum ki göbeğimin miskinden
dolayı bu avcı, benim saf kanımı dökmüştür. Ah ben o sahra tilkisiyim ki
postum için beni tuzağa düşürüp tuttular, başımı kestiler. Ah ben o
filim ki dişimi elde etmek için filci benim kanımı döktü. Beni benden
aşağı birisi için öldüren, kanımı döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz!
Bu gün bana ise yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl
zayi olur?
Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir
gölge düşürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet eder.
Bu
cihan dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim
semtimize gelir” dedi.Kuyumcu bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına
gitti.
O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı,
tertemiz oldu. Çünkü ölülerin aşkı ebedi değildir, çükü ölü tekrar bize
gelmez.
Diri aşk ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan
daha taze olur durur. O dirinin aşkını seç ki bakidir ve canına can
katan şaraptan sana sakilik eder.
O ‘nun aşkını seç ki bütün peygamberler, onun
aşkı ile kuvvet ve kudret buldular, iş güç sahibi oldular. Sen “Bize o
padişahın huzuruna Varmaya izin yoktur” deme. Kerim olan kişilere hiçbir
iş güç değildir.
O adamın, hekimin eliyle öldürülmesi, ne ümit
içindi ne korkudan dolayı. Allahnın emri ve ilhamı gelmedikçe hekim onu
padişahın hatırı için öldürmedi.
Hızır’ın o çocuğun boğazını kesmesindeki sırrı
halkın avam kısmı anlayamaz.
Allah tarafından vahiy ve cevaba nail
olan kişi her ne buyurursa o buyruk, doğrunun ta kendisidir. Can
bağışlayan kişi öldürse de caizdir. O, naibdir eli Allah elidir.
İsmail gibi onun önüne baş koy. Kılıcının önünde
sevinerek gülerek can ver. Ki Ahmed’in pak canı, Ahad’la ebediyse senin
canında ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın. Aşıklar,
ferah kadehini, güzellerin elleri ile öldürdükleri vakit içerler.
Padişah o kanı şehvet uğruna dökmedi. Suizanda
bulunma münakaşayı bırak. Sen onun hakkında kötü ve pis iş işledi deyip
fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hale gelince
bu berraklıkta bulanıklık ve tortu kalır mı, süzülüş suda tortu bırakır
mı?
Bu riyazatlar, bu cefa çekmeler, ocağın posayı
gümüşten çıkarması içindir.İyinin kötünün imtihanı, altının kaynayıp
tortusunun üste çıkması içindir.
Eğer işi Allah ilhamı olmasaydı o, yırtıcı bir
köpek olurdu, padişah olmazdı. Şehvetten de tertemizdi, hırstan da,
nefis isteğinden de. Güzel bir iş yaptı, fakat zahiren kötü görünüyordu.
Hızır
denizde gemiyi deldi ise de onun bu delişinde yüzlerce sağlamlık vardı.
O kadar nur ve hünerle beraber Musa’nın vehmi, ondan mahçuptu; artık
sen kanatsız uçmaya kalkışma. O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O,
akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma. Onun muradı Müslüman kanı
dökmek olsaydı kafirim, onun adını ağzıma alırsam! Arş kötü kişinin
öğülmesinden titrer; suçlardan ve şüpheli şeylerden korunan kişi de kötü
methedilince, metheden kişi hakkında fena bir zanna düşer.
O padişahtı, hem de çok uyanık bir padişah. Has
bir zattı, hem de Allah hası. Bir kişiyi böyle bir padişah öldürürse
onu, iyi bir bahta eriştirir,en iyi bir makama çeker yüceltir.Eğer onu
kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lütuf nasıl
olurda kahretmeyi isterdi?
Çocuk hacamatcının neşterinden titrer
durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir. Yarı can alır, yüz
can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir. Sen
kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara
düşmüşsün; iyice bak!
Ey dostlar! Bu hikayeyi
dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir
Bundan evvelki bir zamanda bir padişah vardı. O hem dünya,
hem din saltanatına malikti. Padişah, bir gün hususi adamları ile av
için hayvana binmiş, giderken ana caddede bir halayık gördü. O halayığın
kölesi oldu. Can kuşu kafeste çırpınmaya başladı. Mal verdi o halayığı
satın aldı.Onu alıp arzusuna nail oldu. Fakat kazara o halayık
hastalandı.
Birisinin
eşeği varmış, fakat palanı yokmuş. Palanı ele geçirmiş, bu sefer eşeği
kurt kapmış. Birisinin ibriği varmış, fakat suyu elde edememiş. Suyu
bulunca da ibrik kırılmış!
Padişah
sağdan, soldan hekimler topladı. Dedi ki: “İkimizin hayatı da sizin
elinizdedir. Benim hayatım bir şey değil, asıl canımın canı odur. Ben
dertliyim, hastayım, dermanım o .Kim benim canıma derman ederse benim
hazinemi, incimi ve mercanımı ( atiye ve ihsanımı) o aldı (demektir)”.
Hepsi birden
dediler ki: “Canımız feda edelim. Beraberce düşünüp beraberce tedavi
edelim. Bizim her birimiz bir alem Mesih’idir, elimizde her hastalığa
bir ilaç vardır.”
Kibirlerinden
Allah isterse (inşaallah ) demediler. Allah da onlara insanların
acizliğini gösterdi.”İnşaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden
maksadım, insanların yürek katılığını ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa
arızi bir halet olan inşaallah’ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak
değildir. Hey gidi nice inşaallahı diliyle söylemeyen vardır ki canı
“inşaallah” la eş olmuştur.
İlaç ve
tedavi nevinden her ne yapıldı ise hastalık arttı maksat da hasıl
olmadı.O halayıkcağız, hastalıktan kıl gibi olunca padişahın kanlı göz
yaşı ırmağa döndü. Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yağı da
kuruluk tesirini göstermeye başladı. Karahelileyle kabız oldu, ferahlığı
gitti; su, neft gibi ateşe yardım etti.
Padişah, hekimlerin aciz kaldıklarını görünce
yalınayak mescide koştu.Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde
yeri göz yaşından sırsıklam oldu.Yokluk istiğrakından kendisine gelince
ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:
“En az bahşişi dünya mülkü olan Allahm! Ben ne
söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.Ey daima dileğimize penah olan
Allah! Biz bu sefer de yolu yanıldık.Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin
şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.
Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi
de coşmaya başladı.Ağlama esnasında uykuya daldı.
Rüyasında bir pir göründü. Dedi ki: “Ey padişah,
müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.O
gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek
erenlerdendir.İlacında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini
müşahede et.”
Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan
görünüp yıldızları yakınca:Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek
için pencerede bekliyordu.Bir de gördü ki, faziletli, fevkalade hünerli,
bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;Uzaktan hilal gibi
erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.
Ruhumuzda
da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür
gör!Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de,
utanmaları da bir hayalden ötürüdür.Evliyanın tuzağı olan o hayaller,
Allah bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir
pirin çehresinde görünüp duruyordu.Padişah bizzat abeyincilerin yerine
koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.Her ikisi de aşinalık
(yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin
birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı.
Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil.
Fakat dünyada iş işten çıkar.Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana
Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım”
dedi.
Allah’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi
olmayan kimse Allah’nın lütfundan mahrumdur.Edebi olmayan yalnız
kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
Alışverişsiz, dedikodusuz Allah sofrası gökten
iniyordu.Musa kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hanı sarımsak,
mercimek” dediler.Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme,
bel belleme, orak sallama kaldı.Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek
sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.Yine küstahlar edebi terk
ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır,
yeryüzünden kalkmaz.Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve
harislik etmek küfürdür” dedi.O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu
görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.Zekat verilmeyince yağmur bulutu
gelmez zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.İçine kasavetten, gussadan
ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin
yolunu vurucudur, namert odur.Edepten dolayı bu felek nura gark
olmuştur: Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz
olmuşlardır.Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan
Azazil de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne
aldı, canının için çekti.Elini, alnını öpmeğe, oturdu yeri, geldiği yolu
sormaya başladı.Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki:
“Nihayet sabırla bir define buldum.
Ey vuslatı, her sualin cevabı!
Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır” sözünün manası, Ey vuslatı, her
sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz
hallolur gider.Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayağı çamura
batanın elini tutan sensin.
Ey seçilmiş,ey Allah’dan razı olmuş ve Allah
rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza gelir, feza
daralır.Sen, kavmin ulususun, sana müştak olmayan, seni arzulamayan
bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse...”O ağırlama, o hal hatır sorma
meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.
Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp sonra
onu hastanın yanına götürdü.Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp,
idrarını muayene etti. Hastalığının arazını ve sebeplerini de dinledi.
Dedi
ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap
etmişler. Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden
hepsinin aklı dışarıda.” Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı.
Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi. Hastalığı safra ve sevdadan
değildi.
Her odunun kokusu dumanından meydana çıkar.
İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o,
gönüle tutulmuştur. Aşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir
hastalık gönül hastalığı gibi değildir.
Aşığın hastalığı bütün
hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Allah sırlarının usturlabıdır. Aşıklık
ister cihetten olsun, ister bu cihetten... akıbet bizim için o tarafa
kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim...
asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek
aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem,
yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, aciz kalır.
Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı ,
aşıklığı yine aşk şerh etti.
Güneşin vucuduna delil, yine güneştir. Sana
delil lazım ise güneşten yüz çevirme. Gerçi gölgede güneşin varlığından
bir nişan verir, fakat asıl güneş her an can nuru bahşeyler. Gölge sana
gece misali gibi uyku getirir. Ama güneş doğuverince ay yarılır (nuru
görünmez olur). Zaten cihanda güneş gibi misli bulunmaz bir şey yoktur.
Baki olan can güneşi öyle bir güneştir ki, asla gurub etmez.
Güneş gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir
etmek mümkündür. Ama kendisinden esir olan güneş, öyle bir güneştir ki,
ona zihinde de, dışarıda da benzer olamaz. Nerede tasavvurda onun
sığacağı bir yer ki misli tasvir edilebilsin!
Şemseddin’in sözü gelince dördüncü kat göğün
güneşi başını çekti, gizlendi. Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi
anlatmak vacip oldu.Can şu anda eteğimi çekiyor. Yusuf’un gömleğinden
koku almış! “Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hallerden tekrar
bir hali söyle, anlat. Ki yer, gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de
yüz derece daha fazla sevince, neşeye dalsın” (diyor). “Beni külfete
sokma, çünkü ben şimdi yokluktayım. Zihnim durakladı onu görmekten
acizim. Ayık olmayan kişinin her söylediği söz... dilerse tefekküre
düşsün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya kalkışsın... yaraşır söz
değildir.
Eşi bulunmayan o sevgilinin vasfına dair ne
söyleyeyim ki bir damarım bile ayık değil! Bu ayrılığın, bu ciğer
kanının şerhini şimdi geç, başka bir zamana kadar bunu bırak!”
(Can)
dedi ki: “Beni doyur, çünkü ben açım. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir
kılıçtır. Ey yoldaş, ey arkadaş! Sufi, vakit oğludur (bulunduğu vaktin
iktizasına göre iş görür). “Yarın” demek yol şartlarından değildir. Sen
yoksa sufi bir er değilmisin? Vara veresiyeden yokluk gelir”.
Ona dedim ki: “Sevgilinin sırlarını gizli
kapaklı geçmek daha hoştur. Sen, artık hikayelere kulak ver, işi
onlardan anla! Dilbere ait sırların, başkalarına ait sözler içinde
söylenmesi daha hoştur.” O, “Bunu apaçık söyle ki dini açık olarak
anmak, gizli anmaktan iyidir. Perdeyi kaldır ve açıkça söyle ki ben,
güzelle gömlekli olarak yatmam” dedi.
Dedim ki: “O apaçık soyunur,
çırılçıplak bir hale gelirse ne sen kalırsın,ne kucağın kalır, ne belin!
İste ama derecesine göre iste; bir otun bir dağı çekmeye kudreti
yoktur.
Bu alemi aydınlatan güneş, bir parçacık yaklaştı
mı, her şey yandı gitti! Fitneyi, kargaşalığı ve kan dökücülüğü
araştırma, Şems-ı Tebrizi’den bundan fazla bahsetme. Bunun sonu yoktur;
sen yine hikayeye başla, onu tamamlamana bak.
(Hekim) dedi ki: “Ey padişah, evi halvet et,
yakını da uzaklaştır.Köşeden , bucaktan kimse kulak vermesinde ben bu
cariyecikten bir şeyler sorayım.”
Oda boşaltıldı, Hekim ile hastadan
başka kimsecikler kalmadı. Hekim tatlılıkla yumuşak yumuşak dedi ki:
“Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilacı başka başkadır. O
memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye bağlısınız?
Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektiği cevir ve
meşakkati soruyordu.
Bir adamın ayağına diken batınca ayağını dizi
üstüne kor. İğne ucu ile diken başını arar durur, bulamazsa orasını
dudağı ile ıslatır. Ayağa batan dikeni bulmak bu derece müşkül olursa,
yüreğe batan diken nicedir? Cevabını sen ver! Her çer çöp (mesabesinde
olan,) gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir
miydi?
Bir kişi, eşeğin kuyruğu altına diken kor. Eşek onu oradan
çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar. Zıplar, zıpladıkça da diken daha
kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lazım. Eşek, dikeni
çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha
yaralar. O diken çıkaran hekim üstaddı .
Halayığın her tarafına elini koyup muayene
ediyordu. Halayıktan hikaye yolu ile dostların ahvalini sormakta idi.
Kız, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından,
efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi.
Hekim kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına
ve nabzının atmasına dikkat etmekte idi. Nabzı kimin adı anılınca atarsa
cihanda gönlünün istediği odur(diyordu). Memleketinde ki dostlarını
saydı, döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi andı. “Memleketinden
çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?”dedi.
Kız bir şehrin
adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi nabzının atması
başkalaşmadı.Efendileri ve şehirleri birer birer saydı;o yerleri,
yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz, ekmek yediği kişileri
tekrar tekrar söyledi.Şehir şehir, ev ev saydı döktü, kızın ne damarı
oynadı, ne çehresi sarardı.
Hekim şeker gibi Semerkand şehrini
soruncaya kadar kızın nabzı tabii haldeydi fazla atmıyordu.Semerkand’ı
sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkad’lı bir
kuyumcudan ayrılmıştı.O hekim, hastadan bu sırrı elde edip o dert ve
belanın aslına erişince:“Onun semti hangi mahallede?” diye sordu. Kız,
“Köprü başında, Gatfer mahallesinde” dedi.
Hekim, “Hastalığının ne olduğunu hemen anladım.
Seni tedavi hususunda sihirler göstereceğim;Sevin, ilişik etme, emin ol
ki yağmur çimenlere ne yaparsa ben de sana onu yapacağım;Ben, senin
gamını çekmekteyim, sen gam yeme; ben sana yüz babadan daha
şefkatliyim;Aman, sakın ha, bu sırrı kimseye söyleme; padişah senden
bunu ne kadar sorup soruştursa yine sakla;Sırların gönülde gizli kalırsa
o muradın çabucak hasıl olur;dedi.
Peygamber demiştir ki: “Her kim
sırrını saklar ise çabucak muradına erişir.” Tohum toprak içinde
gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir.
Altın ve gümüş gizli olmasalardı... madende nasıl musaffa olurlar, nasıl
altın ve gümüş haline gelirlerdi? O hekimin vaadleri ve lütufları
hastayı korkudan emin etti. Hakiki olan vaadleri gönül kabul eder, içten
gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar. Kerem ehlinin vaadleri akıp
duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi
bulunmayanların vaadleri ise gönül azabıdır.
Ondan sonra hekim, kalkıp padişahın huzuruna
gitti.; padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti. Dedi ki: “Çare
şundan ibaret: bu derdin iyileşmesi için o adamı getirelim. Kuyumcuyu o
uzak şehirden çağır, onu altınla, elbise ile aldat.” Padişah, hekimden
bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti. O tarafa
ehliyetli, kifayetli, adil bir iki kişiyi elçi olarak gönderdi.
O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu olarak
Semerkand’e kadar geldiler. Dediler ki: “Ey lütuf sahibi üstad, ey
marifette kamil kişi! Öğülmen şehirlere yayılmıştır. İşte filan padişah,
kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira (bu işte) pek büyüksün, pek
kamilsin. Şimdilik şu elbiseyi, altın ve gümüşü al da gelince de
padişahın havassından ve nedimlerinden olursun.”
Adam çok malı, çok parayı görünce gururlandı,
şehirden çoluk çocuktan ayrıldı. Adam neşeli bir halde yola düştü.
Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti. Arap atına binip sevinçle
koşturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı.
Ey yüzlerce razılıkla
sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden. Hayalinde
mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail “Git evet, muradına erişirsin”
demekte!
O garip kişi yoldan gelince, hekim onu padişahın
huzuruna götürdü; Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu,
padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.
Padişah onu görünce pek ağırladı, altın
hazinesini ona teslim etti. Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o
cariyeciği bu tacire ver ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o ateşi
gidersin.”
Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet
müştakını birbirine çift etti. Altı ay kadar murat alıp murat verdiler.
Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.
Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı,
kuyumcu içti, kızın karşısın da erimeye başladı. Hastalık yüzünden
kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu,
ondan vazgeçti. Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca kızın gönlüde yavaş
yavaş ondan soğudu.
Ancak zahiri güzelliğe ait bulunan aşklar aşk
değildir. Onlar nihayet bir ar olur. Keşke kuyumcu baştan başa ayıp ve
ar olsaydı, tamamı ile çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal
gelmeseydi! Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına
düşman kesildi.
Tavus kuşunun kanadı, kendisine düşmandır. Nice
padişahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helaklerine sebep olmuştur.
Kuyumcu,”Ben o ahuyum ki göbeğimin miskinden
dolayı bu avcı, benim saf kanımı dökmüştür. Ah ben o sahra tilkisiyim ki
postum için beni tuzağa düşürüp tuttular, başımı kestiler. Ah ben o
filim ki dişimi elde etmek için filci benim kanımı döktü. Beni benden
aşağı birisi için öldüren, kanımı döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz!
Bu gün bana ise yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl
zayi olur?
Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir
gölge düşürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet eder.
Bu
cihan dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim
semtimize gelir” dedi.Kuyumcu bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına
gitti.
O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı,
tertemiz oldu. Çünkü ölülerin aşkı ebedi değildir, çükü ölü tekrar bize
gelmez.
Diri aşk ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan
daha taze olur durur. O dirinin aşkını seç ki bakidir ve canına can
katan şaraptan sana sakilik eder.
O ‘nun aşkını seç ki bütün peygamberler, onun
aşkı ile kuvvet ve kudret buldular, iş güç sahibi oldular. Sen “Bize o
padişahın huzuruna Varmaya izin yoktur” deme. Kerim olan kişilere hiçbir
iş güç değildir.
O adamın, hekimin eliyle öldürülmesi, ne ümit
içindi ne korkudan dolayı. Allahnın emri ve ilhamı gelmedikçe hekim onu
padişahın hatırı için öldürmedi.
Hızır’ın o çocuğun boğazını kesmesindeki sırrı
halkın avam kısmı anlayamaz.
Allah tarafından vahiy ve cevaba nail
olan kişi her ne buyurursa o buyruk, doğrunun ta kendisidir. Can
bağışlayan kişi öldürse de caizdir. O, naibdir eli Allah elidir.
İsmail gibi onun önüne baş koy. Kılıcının önünde
sevinerek gülerek can ver. Ki Ahmed’in pak canı, Ahad’la ebediyse senin
canında ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın. Aşıklar,
ferah kadehini, güzellerin elleri ile öldürdükleri vakit içerler.
Padişah o kanı şehvet uğruna dökmedi. Suizanda
bulunma münakaşayı bırak. Sen onun hakkında kötü ve pis iş işledi deyip
fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hale gelince
bu berraklıkta bulanıklık ve tortu kalır mı, süzülüş suda tortu bırakır
mı?
Bu riyazatlar, bu cefa çekmeler, ocağın posayı
gümüşten çıkarması içindir.İyinin kötünün imtihanı, altının kaynayıp
tortusunun üste çıkması içindir.
Eğer işi Allah ilhamı olmasaydı o, yırtıcı bir
köpek olurdu, padişah olmazdı. Şehvetten de tertemizdi, hırstan da,
nefis isteğinden de. Güzel bir iş yaptı, fakat zahiren kötü görünüyordu.
Hızır
denizde gemiyi deldi ise de onun bu delişinde yüzlerce sağlamlık vardı.
O kadar nur ve hünerle beraber Musa’nın vehmi, ondan mahçuptu; artık
sen kanatsız uçmaya kalkışma. O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O,
akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma. Onun muradı Müslüman kanı
dökmek olsaydı kafirim, onun adını ağzıma alırsam! Arş kötü kişinin
öğülmesinden titrer; suçlardan ve şüpheli şeylerden korunan kişi de kötü
methedilince, metheden kişi hakkında fena bir zanna düşer.
O padişahtı, hem de çok uyanık bir padişah. Has
bir zattı, hem de Allah hası. Bir kişiyi böyle bir padişah öldürürse
onu, iyi bir bahta eriştirir,en iyi bir makama çeker yüceltir.Eğer onu
kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lütuf nasıl
olurda kahretmeyi isterdi?
Çocuk hacamatcının neşterinden titrer
durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir. Yarı can alır, yüz
can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir. Sen
kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara
düşmüşsün; iyice bak!
Salı Tem. 19, 2011 2:24 pm tarafından glewci
» Xara3d5 3 boyutlu yazi yazma programi (dj isimleri yazmak icin şahane)
C.tesi Nis. 16, 2011 10:24 am tarafından erhan2188
» Hareketli Avatar Yapımı
C.tesi Mart 12, 2011 9:47 pm tarafından (fog)'(x)
» Sjsro 11d'li Media.pk2...!!
C.tesi Mart 12, 2011 1:26 pm tarafından womekan
» Pet (Horse, Wolf, Kervan vs.) Auto Pot.
Salı Şub. 15, 2011 5:11 pm tarafından wiar01
» Silkroad'ı 3D Oynayın! Bir İlk :)
Perş. Şub. 03, 2011 4:38 pm tarafından Fleyd
» Kangurularla Apaçi
Perş. Şub. 03, 2011 3:35 pm tarafından (fog)'(x)
» EiffeL Kulesi Önünde Apaçi :)
Perş. Şub. 03, 2011 3:33 pm tarafından (fog)'(x)
» Apaçi Marşı- Bağlama&Gitar
Perş. Şub. 03, 2011 3:27 pm tarafından (fog)'(x)
» Apaçi Müziği - Gitar Versiyon
Perş. Şub. 03, 2011 3:21 pm tarafından (fog)'(x)