Sürüler halinde uçuşuyorlar;
kıpır kıpır, simsiyah. Konacak yer arıyorlar pürüzsüz beyaz. Her yüz bir
meydan, her el bir yol o meydana inen. Alınlara, kaşlara, gözlere,
burunlara ve en çok dudaklara iniyorlar sessizce. Radarlar bozuk.
Aynalar ıssız. Alıcılar çalışmıyor. Alıcı kuşlar gibi dönüyor lekeler
başlar üstünde.
Ayda adım atmak da ne! Güzel yüzlerde cüzam
iştahıyla yürüyorlar! Ayak bastıkları yerde başlıyor çürüme. Sırra kadem
bastıklarında bitiyor oyun. Elma dersem çürüme! Fakat ne dedim ki her
gün bir parçanı kaybediyorsun. Burunsuz kokluyorsun çiçeği, elsiz
dokunuyorsun duvara, gözsüz seyrediyorsun filmi. Kör olduğunu kimse
bilmiyor, yanında nefsin bastonu. Hem dudaksız da konuşabilirsin. Daha
korkunç olur bu. Sesin yankılanır, kayalıklardan bir koro arkanda.
Kelimelerin bir göktaşı gibi düşer. Ruhta devasa çukurlar!
Avını arıyor şeytanî leke. Yeter ki üstünlük yarası açılsın. Bir dudak
kenarından başlasın istila. "Sen de kimsin!" levhalarıyla donatılsın
şehir. Berber, "Kim kesti bu saçı!" desin kaldırıp bir kaşını, "Kime
diktirdin bu ceketi!" diye makası şıkırdatsın terzi, doktor,
gözlüklerini çıkartırken sorsun: "Kim koydu bu teşhisi!" Kim evet kim
yolumuzu değiştirdi, hangi makasçı! Bize insan olmadığımızı söyleyen
kim! Büyük İskender'in dalkavukları mı, imparatorlarını Jüpiter'in oğlu
olduğuna inandırmak isteyen? Fakat o da ne yaralanıyor Büyük İskender
savaşta. Kan kaybediyor, hani Jüpiter'in oğluydu! Gözlerine kavuşuyor o
an ve gürlüyor dalkavuklarına: "Ne diyorsunuz! İnsan kanı değil mi bu!"
Ah şairler! Siz büyüttünüz bu yaraları. Hermoderus, nereden çıkardın
güneşin oğlu olduğunu Antigonus'un! Bak ne diyor sana: "Lazımlığımı
boşaltan kişi, bunda güneşten bir şey olmadığını bilir! İnsan insandır!"
Demek insan insandır, kibir
nedir peki? "Büyüklük"tür. Böyle tarif eder kamus-ı kebîr. Bir kez
büyük görmesin insan kendini, ne insanı, ne Tanrı'yı tanır. Tanrı'ya
boyun eğmez, insana boyun eğdirmeye çalışır. Çirkinleşir büyüdükçe leke.
Küstahlaşır büyüdükçe leke. Büyüdükçe küçülür. Kibri kadar noksanlaşır.
Küçüle küçüle Kârun olur, küçüle küçüle Nemrut, küçüle küçüle Firavun!
Büyüklüğü Tanrı'dan çalmak ister. "Ben de öldürür ve diriltirim!" der,
bu aciz hırsız. Bu yüzden "kibir" engeldir cennete girmeye. Çünkü
engeldir insanla insan arasında. Zerre kadar bile olsa düştüğünde kalbe.
Koca delikler açıyor, suskun kraterler. Bir engeli aşmakla bitmiyor
yarış. Engel engel üstüne. İpi göğüsleyene kadar.
"Allahu ekber!" diye başlıyor namaz. Büyük olan Allah'tır. Rüku ve
secde, bu sözle anlam kazanıyor. "Allahu ekber!" Eğiliyor Huzeyfe b.
Yeman, O'nun önünde. Cemaat izliyor. Beraberce secdeye gidiyorlar. Yani
toprağa, yani asıllarına. Fakat bir şey oluyor. Bir huzursuzluk duyuyor
İmam Huzeyfe. Biter bitmez namaz dönüyor cemaate. "Ben bir daha imamlık
yapmam!" diyor. Cemaat şaşkınlık içinde. "Çünkü namaz kıldırırken
aklımdan 'Bu cemaatte benden liyakatlisi yok' diye geçirdim. Kibir
işaretidir bu!" Ah Huzeyfe! "Allah Rasûlü (s.a.s.), kıyâmete kadar
olacak şeyleri bana bir bir haber verdi," diyen Resûlullah'ın sırdaşı.
İşareti görür görmez sorguluyor kendini. Çünkü hatırlıyor. Bir gün Nebî,
yaklaşan bir adama bakıp, "Yüzünde şeytanî bir leke görüyorum!" demiş,
yanına geldiğinde sormuştu ona: "Allah için sana soruyorum. Halk içinde
senden daha üstün birinin olmadığını mı düşündürüyordu nefsin." Sorunun
içindeydi cevap. Adam şaşkınlıkla, "Evet ey Allah'ın elçisi!" demişti.
Ah işaretler! Afetten korumaya çalışıyordu Elçi. Felaket kendini
beğenmeyle başlıyordu zira.
Sürüler halinde
uçuşuyorlar; kıpır kıpır, simsiyah. Konacak yer arıyorlar pürüzsüz
beyaz. Kutsal yerler bile kurtulamıyor gölgelerinden. Ganimetler
devşirirken manevî iklimlerden, ziyanla kapatılıyor defter. Oysa açılmak
üzereydi hazine sandığı. Düşürmeseydi anahtarı Mekke'de. Bağdat
ahalisinden biri tavaf ederken, önünde adamları kendisine yol açtıran
bir kişiye takılıyor gözü. İbadetlerini tamamlayıp Bağdat'a döndükten
bir zaman sonra köprüden geçerken bir dilenciye rastlıyor. Bu adamı
Kâbe'yi tavaf ederken kendine yol açtıran zata benzeterek dikkatle
yüzüne bakıyor. Dilencinin, "Ne bakıyorsun!" diye çıkışması üzerine,
"Tavafta gördüğüm birine benzettim!" diyor Bağdatlı. Dilenciyi
solduruyor bu benzetme ve konuşturuyor: "Evet o gördüğün adam benim.
Herkesin tevâzuyla hareket ettiği bir yerde tekebbüre kapıldığım için
herkesin yükseldiği bu köprü üzerinde Allah beni dilencilik zilletine
düşürdü.".
a.ali.ural
kıpır kıpır, simsiyah. Konacak yer arıyorlar pürüzsüz beyaz. Her yüz bir
meydan, her el bir yol o meydana inen. Alınlara, kaşlara, gözlere,
burunlara ve en çok dudaklara iniyorlar sessizce. Radarlar bozuk.
Aynalar ıssız. Alıcılar çalışmıyor. Alıcı kuşlar gibi dönüyor lekeler
başlar üstünde.
Ayda adım atmak da ne! Güzel yüzlerde cüzam
iştahıyla yürüyorlar! Ayak bastıkları yerde başlıyor çürüme. Sırra kadem
bastıklarında bitiyor oyun. Elma dersem çürüme! Fakat ne dedim ki her
gün bir parçanı kaybediyorsun. Burunsuz kokluyorsun çiçeği, elsiz
dokunuyorsun duvara, gözsüz seyrediyorsun filmi. Kör olduğunu kimse
bilmiyor, yanında nefsin bastonu. Hem dudaksız da konuşabilirsin. Daha
korkunç olur bu. Sesin yankılanır, kayalıklardan bir koro arkanda.
Kelimelerin bir göktaşı gibi düşer. Ruhta devasa çukurlar!
Avını arıyor şeytanî leke. Yeter ki üstünlük yarası açılsın. Bir dudak
kenarından başlasın istila. "Sen de kimsin!" levhalarıyla donatılsın
şehir. Berber, "Kim kesti bu saçı!" desin kaldırıp bir kaşını, "Kime
diktirdin bu ceketi!" diye makası şıkırdatsın terzi, doktor,
gözlüklerini çıkartırken sorsun: "Kim koydu bu teşhisi!" Kim evet kim
yolumuzu değiştirdi, hangi makasçı! Bize insan olmadığımızı söyleyen
kim! Büyük İskender'in dalkavukları mı, imparatorlarını Jüpiter'in oğlu
olduğuna inandırmak isteyen? Fakat o da ne yaralanıyor Büyük İskender
savaşta. Kan kaybediyor, hani Jüpiter'in oğluydu! Gözlerine kavuşuyor o
an ve gürlüyor dalkavuklarına: "Ne diyorsunuz! İnsan kanı değil mi bu!"
Ah şairler! Siz büyüttünüz bu yaraları. Hermoderus, nereden çıkardın
güneşin oğlu olduğunu Antigonus'un! Bak ne diyor sana: "Lazımlığımı
boşaltan kişi, bunda güneşten bir şey olmadığını bilir! İnsan insandır!"
Demek insan insandır, kibir
nedir peki? "Büyüklük"tür. Böyle tarif eder kamus-ı kebîr. Bir kez
büyük görmesin insan kendini, ne insanı, ne Tanrı'yı tanır. Tanrı'ya
boyun eğmez, insana boyun eğdirmeye çalışır. Çirkinleşir büyüdükçe leke.
Küstahlaşır büyüdükçe leke. Büyüdükçe küçülür. Kibri kadar noksanlaşır.
Küçüle küçüle Kârun olur, küçüle küçüle Nemrut, küçüle küçüle Firavun!
Büyüklüğü Tanrı'dan çalmak ister. "Ben de öldürür ve diriltirim!" der,
bu aciz hırsız. Bu yüzden "kibir" engeldir cennete girmeye. Çünkü
engeldir insanla insan arasında. Zerre kadar bile olsa düştüğünde kalbe.
Koca delikler açıyor, suskun kraterler. Bir engeli aşmakla bitmiyor
yarış. Engel engel üstüne. İpi göğüsleyene kadar.
"Allahu ekber!" diye başlıyor namaz. Büyük olan Allah'tır. Rüku ve
secde, bu sözle anlam kazanıyor. "Allahu ekber!" Eğiliyor Huzeyfe b.
Yeman, O'nun önünde. Cemaat izliyor. Beraberce secdeye gidiyorlar. Yani
toprağa, yani asıllarına. Fakat bir şey oluyor. Bir huzursuzluk duyuyor
İmam Huzeyfe. Biter bitmez namaz dönüyor cemaate. "Ben bir daha imamlık
yapmam!" diyor. Cemaat şaşkınlık içinde. "Çünkü namaz kıldırırken
aklımdan 'Bu cemaatte benden liyakatlisi yok' diye geçirdim. Kibir
işaretidir bu!" Ah Huzeyfe! "Allah Rasûlü (s.a.s.), kıyâmete kadar
olacak şeyleri bana bir bir haber verdi," diyen Resûlullah'ın sırdaşı.
İşareti görür görmez sorguluyor kendini. Çünkü hatırlıyor. Bir gün Nebî,
yaklaşan bir adama bakıp, "Yüzünde şeytanî bir leke görüyorum!" demiş,
yanına geldiğinde sormuştu ona: "Allah için sana soruyorum. Halk içinde
senden daha üstün birinin olmadığını mı düşündürüyordu nefsin." Sorunun
içindeydi cevap. Adam şaşkınlıkla, "Evet ey Allah'ın elçisi!" demişti.
Ah işaretler! Afetten korumaya çalışıyordu Elçi. Felaket kendini
beğenmeyle başlıyordu zira.
Sürüler halinde
uçuşuyorlar; kıpır kıpır, simsiyah. Konacak yer arıyorlar pürüzsüz
beyaz. Kutsal yerler bile kurtulamıyor gölgelerinden. Ganimetler
devşirirken manevî iklimlerden, ziyanla kapatılıyor defter. Oysa açılmak
üzereydi hazine sandığı. Düşürmeseydi anahtarı Mekke'de. Bağdat
ahalisinden biri tavaf ederken, önünde adamları kendisine yol açtıran
bir kişiye takılıyor gözü. İbadetlerini tamamlayıp Bağdat'a döndükten
bir zaman sonra köprüden geçerken bir dilenciye rastlıyor. Bu adamı
Kâbe'yi tavaf ederken kendine yol açtıran zata benzeterek dikkatle
yüzüne bakıyor. Dilencinin, "Ne bakıyorsun!" diye çıkışması üzerine,
"Tavafta gördüğüm birine benzettim!" diyor Bağdatlı. Dilenciyi
solduruyor bu benzetme ve konuşturuyor: "Evet o gördüğün adam benim.
Herkesin tevâzuyla hareket ettiği bir yerde tekebbüre kapıldığım için
herkesin yükseldiği bu köprü üzerinde Allah beni dilencilik zilletine
düşürdü.".
a.ali.ural
Salı Tem. 19, 2011 2:24 pm tarafından glewci
» Xara3d5 3 boyutlu yazi yazma programi (dj isimleri yazmak icin şahane)
C.tesi Nis. 16, 2011 10:24 am tarafından erhan2188
» Hareketli Avatar Yapımı
C.tesi Mart 12, 2011 9:47 pm tarafından (fog)'(x)
» Sjsro 11d'li Media.pk2...!!
C.tesi Mart 12, 2011 1:26 pm tarafından womekan
» Pet (Horse, Wolf, Kervan vs.) Auto Pot.
Salı Şub. 15, 2011 5:11 pm tarafından wiar01
» Silkroad'ı 3D Oynayın! Bir İlk :)
Perş. Şub. 03, 2011 4:38 pm tarafından Fleyd
» Kangurularla Apaçi
Perş. Şub. 03, 2011 3:35 pm tarafından (fog)'(x)
» EiffeL Kulesi Önünde Apaçi :)
Perş. Şub. 03, 2011 3:33 pm tarafından (fog)'(x)
» Apaçi Marşı- Bağlama&Gitar
Perş. Şub. 03, 2011 3:27 pm tarafından (fog)'(x)
» Apaçi Müziği - Gitar Versiyon
Perş. Şub. 03, 2011 3:21 pm tarafından (fog)'(x)