|| Kopuk GençLik || Zamane GençLerin SanaL Mekanı ||

OOOPS Bİ DAKKA KARDEŞ !


Şimdi Hacı Sen Bu Foruma Zati Üyeysen Sorun Yok,Giriş Yap.

Haa Yok Üye FeLan DeğiLim Üye oLupta Ne İşime Yarıyacak Diyorsan Oku;
Komedi,Arkadaşlık,İyi Vakit,Sanal Bi Aile Hatta Yetim ve Öksüz KardeşLerimize Sanal Ana ve Babada Oluruz Üye oL Yeter...


Join the forum, it's quick and easy

|| Kopuk GençLik || Zamane GençLerin SanaL Mekanı ||

OOOPS Bİ DAKKA KARDEŞ !


Şimdi Hacı Sen Bu Foruma Zati Üyeysen Sorun Yok,Giriş Yap.

Haa Yok Üye FeLan DeğiLim Üye oLupta Ne İşime Yarıyacak Diyorsan Oku;
Komedi,Arkadaşlık,İyi Vakit,Sanal Bi Aile Hatta Yetim ve Öksüz KardeşLerimize Sanal Ana ve Babada Oluruz Üye oL Yeter...

|| Kopuk GençLik || Zamane GençLerin SanaL Mekanı ||

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Sayfayı FaceBook'ta Paylaş
Design By Sahirâne Design ©️
Tıkla Beğen
Erzurum

    A'dan Z'ye Divan Şiiri

    (fog)'(x)
    (fog)'(x)
    A'dan Z'ye Divan Şiiri CouronnePatRoN
    PatRoN


    Uyarı Seviyesi Uyarı Seviyesi : Uyarı Yok !
    Cinsiyetim Cinsiyetim : Erkek
    Kayıt Tarihim Kayıt Tarihim : 14/01/10
    Yaşım Yaşım : 34
    MemLeketim MemLeketim : Yarimin Yanı
    Mesaj Sayım Mesaj Sayım : 2732

    A'dan Z'ye Divan Şiiri Empty A'dan Z'ye Divan Şiiri

    Mesaj tarafından (fog)'(x) Salı Şub. 16, 2010 5:25 pm

    DİVAN SÖZCÜĞÜNÜN TANIM


    Divan sözcüğünün sözlük bakımından iki anlamı vardır: Belli bir kalıpla
    yazılan ve besteyle okunan şiir türüne divan denir. Kalıp
    "fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün" şeklindedir. Divan
    sözcüğü, ikinci olarak, divan tarzında şiir yazan sanatçıların
    eserlerini topladıkları kitap anlamına gelir. Divan, klasik Türk
    müziğinde ise en az üçer kıtalık şiirlerden bestelenen şarkıları
    tanımlar. Bu kıtalar birbirlerinden ara nağmelerle ayrılır. Her kıtanın
    başında genellikle "ah", "yâr" gibi
    bir terennüm sözcüğü eklenir. Kıtalardan biri yer yer ritimsiz okunacak
    şekildedir. Bir diğer kıta da "doğaçlama" görüntüsü
    vermesi amacıyla tümüyle ritimsiz olarak bestelenir. Divan, aynı zamanda
    İslam devletlerinde idari yargı, maliye, askerlik ve yönetimle ilgili
    işleri yürüten kurul ve dairelere verilen addır.
    Divan şairlerinin eserlerini önceleri serbest, daha sonra belli
    bir düzen içinde topladıkları kitaplar divanlar, divançeler ve
    hamselerdir. Divan, divançe ve hamseler, yazarlarının adlarıyla
    anılırlar. Örneğin Nedîm Divanı, Fuzulî Divanı gibi.

    Divan
    Şairlerin şiirlerini belli bir düzen içinde topladıkları kitaplardır.
    Bir tür antoloji olarak görülebilir. Zamanla divanlarda şiirler belli
    bir düzene göre sıralanmaya başladı. Bu elemeye "divan
    tertibi" bu tür divanlara da "mürettep divan"
    adı verilir. Tam bir divanda sırasıyla, kaside (tevhid, münacat, na't,
    medhiye), tarih, musammat, gazel bölümleri yer alır. En sonda da
    lugazlar, muammalar, müfredler, azadeler bulunur. Divanda gazeller
    kafiye ve rediflerinin son harfinin Arap alfabesindeki sırasına göre
    dizilir. Yani elif’ten başlayıp ye harfine kadar. Her harften en az bir
    şiir olması şarttır. Ama buna uymayan şairler de olmuştur.

    Divançe
    Küçük divan anlamındadır. Düzen ve konuları divanlarla aynıdır. Yine
    kaside, tarih, musammat, gazel ve kıta sırasını izler. Ama bir divançede
    bu bölümlerden en az biri eksik olur. Divançe, belli türleri seven
    şairlerin bilinçli bir seçimi olabildiği gibi, bir şairin divan
    dolduracak kadar şiir yazamadan ölmesi nedeniyle de oluşabilir. Figânî
    ve Fâzlı’nin divançeleri bu türdendir.

    Hamse
    Bir şairin 5 mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan yapıttır.
    Hamse yazarı şairler hamse şairi ya da hamsenüvis diye bilinir. Türk
    edebiyatında 16. yüzyılda gelişmeye başladı. İlk hamseyi Çağatay şairi
    Ali Şir Nevai yazdı. Divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şair de
    Hamdullah Hamdi’dir. Hamse türüne düzyazının girişi ise 17. yüzyılda
    gerçekleşti. Nergisi hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır. Çoğunlukla
    hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları işleyen
    mesnevilere de yer verilir. Hamse sahibi divan yazarları edebi
    çevrelerde büyük saygı görürdü.

    DİVAN EDEBİYATININ TARİHÇESİ

    Divan debiyatı, Türklerin, 13 ve 19’uncu yüzyıllar arasında Anadolu’da
    yarattıkları İslam kültürünün ortak özeliklerini yansıtan, geniş ölçüde
    Arap ve Fars edebiyatının etkisini taşıyan yazılı edebiyat türüdür.
    Ancak divan edebiyatı, Türklerin İslam dinini kabul ettikleri ilk
    dönemlerden başlayarak Orta Asya ile Azerbaycan’da ortaya çıkan ve aynı
    nitelikleri taşıyan divan edebiyatı ile karıştırılmamalıdır. Divan
    edebiyatı tanımı tümüyle Anadolu'ya özgüdür.
    Tarihsel süreçte dindışı ve dini tasavvuf olmak üzere iki kolda
    gelişti. Şiir ve düzyazı alanındaki en eski örnekler 13. yüzyıldan
    kalmıştır.
    Divan edebiyatında başlangıcından beri şiir, düz yazıdan daha önde
    gitmiş ve daha gelişmiştir. Bunun belki de en önemli nedeni, şiirin
    sanatçının yaratıcılığını ortaya koymasına daha uygun olmasıdır. Divan
    şiiri, söz ve anlatım sanatlarını kullanarak, yeni manzumlar bularak
    okuyucusunu daha kolay etkiler. Düz yazı dalında ise ağır basan, öne
    çıkan özellik "öğretici" olmaktır. Bu nedenle anlam
    gözardı edilir ve belagat önem kazanır.
    Divan edebiyatı yazarlarının beslendikleri kaynaklar, başta dinsel
    inançlar, yani İslami inançlar olmak üzere İslami ilimler, İslam
    tarihinin olayları, tasavvuf, Hint-İran kökenli söylenceler, peygamber
    kıssaları, evliya menkıbeleri, çağın bilimleri, günlük olaylar, gelenek
    ve görenekler, terimler, deyimler, atasözleri ile zenginleşen bir
    dildir.

    Dünyevi ve tanrısal aşk
    Divan şiirinde aşk büyük yer tutar. Ama bu aşk hem dünyevi hem de
    tasavvufidir. Tasavvufa bağlanan şairin amacı, "mutlak
    güzellik" olan "tanrıyı bulmak"tır. Tanrısal
    aşk, maddi aşkla başlar. Bir güzele aşık olan şair, duygularını daha
    sonra soyutlama yoluyla tanrısal aşka dönüştürerek tanrıya kavuşmak için
    çabalar. Aşkı din dışı bir anlayışla işleyen şairlerin şiirlerinde ise
    tapınılacak bir varlık olarak kadın önemlidir. Ama bu tür şiirlerde
    kadın aşığını sürekli üzmekte, yaşamdan bezdirmektedir.
    Dil konusunda Arapça ve Farsça’nın etkisinde kalan divan
    edebiyatında sözcükler çok büyük önem taşır. Her sözcük tam anlamıyla ve
    yerli yerinde kullanılmalıdır. Divan edebiyatı, anlatım açısından
    "belagat kurallarına" sıkı sıkıya bağlıdır. Sanatçılar
    ustalıklarını sergileyebilmek için bu kurallara olabildiğince özen
    gösterirler.
    Şairler, teşbih, istiare, hüsn-i talil, ilham, kinaye, leff ü
    neşr, tecahül-ü arif, telmih, mecaz, mecaz-ı mürsel, teşhis ü intak gibi
    söz ve anlatım sanatlarını kullanarak özgün şiirler oluşturmaya
    çalışır. Divan edebiyatında şiirin estetik kurallarına uymak, çoğu zaman
    konu ve içerikten öne geçmiştir.

    DİVAN EDEBİYATINDA SANATLAR

    Teşbih

    Sözü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da
    kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır. Örneğin, "Tilki
    gibi kurnaz adam" bir teşpihtir. İnsan kurnazlığıyla bilinen
    tilkiye benzetilmektedir. Bir teşbih'te dört öğe bulunur:
    Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine
    benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün
    olan. Örneğimizde "tilki".
    Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan
    nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan. Örneğimizde
    "adam".
    Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve
    kavramlar arasındaki ortak nitelik. Örneğimizde
    "kurnazlık".
    Edat-ı teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında
    benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük. Örneğimizde
    "gibi".
    Örneğin "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde,
    "yol" benzeyen, "yılan" kendisine
    benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü,
    "gibi" ise benzetme edatıdır.
    Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp
    kullanılmamasına göre dörde ayrılır:
    Dört öğenin de bulunduğu teşbih teşbih-i mufassaldır (ayrıntılı
    benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür".
    Benzetme yönü bulunmayan teşbih teşbih-i mücmeldir (kısaltılmış
    benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibidir". Burada
    "güçlülük" vurgulanmamıştır.
    Benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i müekkeddir.
    (pekiştirilmiş benzetme). Örneğin, "Ahmet kuvvetle
    aslandır". Bu teşbihde "gibi" ilgeci
    kullanılmamış.
    Benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i
    beliğdir (yalın benzetme). Örneğin, "Aslan Ahmet."


    Mecaz

    Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. Anlatımı daha
    etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır. Mecaz, söze
    güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için
    kullanılır. Örneğin:

    Kandilli yüzerken uykularda
    Mehtabı sürükledik sularda
    Yahya Kemal Beyatlı

    Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda
    sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme,
    güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla
    kullanılmasına örnektir.
    Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır. Sözcük
    mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise
    herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır.

    Mecaz-ı mürsel

    Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma
    sanatıdır. Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır. Günlük
    yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram
    arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir. Neden yerine
    sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık
    gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine
    somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza
    okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli
    türleri vardır.

    Telmih

    Bilinen bir olay, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma
    sanatıdır. Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma
    konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir. Divan edebiyatında
    özellikle dinsel öyküler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’an
    ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur. Örneğin:

    Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin
    Ey Hudhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin
    Nîbî

    Şair, ikinci dizedeki "Saba" ile
    Süleyman-Belkıs" kıssasını anımsatıyor.


    Tecahül-i arif

    Bir anlam inceliği yaratmak ya da bir nükte yapmak amacıyla bilinen bir
    şeyi bilmezlikten gelme sanatıdır. Tecahül-i arifin özünü oluşturan bu
    nükte, dört amaç için yapılmış olabilir. Neşelendirme (tenşid), uyarıda
    bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirmek (tehayyür), kendinden
    geçişi belirtmek (tedellüh).
    Bilinen şey bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir
    inceliğe dayandırılır. bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatlarından
    da yararlanılır. Örneğin:

    Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
    Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su
    Fuzûlî
    "Bilmiyorum dönen kubbe mi su rengindedir
    Yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır"

    Fuzûlî, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyormuş
    gibi davranıyor. Gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok olduğunu
    (mübalağa) belirtebilmek için tecahül-i arif sanatına başvuruyor.

    İstiare

    Bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka
    şeylerin adıyla anma sanatı. Benzetmenin iki temel öğesi vardır,
    benzeyen ve benzetilen. İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle
    yapılır.
    İstiare üç yönden ele alınır: 1. Benzetme amacı bulunur, 2. Sözcük
    gerçek anlamı dışındaki mecaz anlamındadır, 3. Sözcüğün asıl anlamında
    kullanılmamasını gerektiren bir durum (karine-i mania) vardır. Örnek:

    "Soğuk ay öptü beyaz enseni"
    Yahya Kemal Beyatlı

    "Ay öpmek" deyişiyle ay canlı bir varlığa
    benzetilmiştir. "Öpmek" sözcüğü asıl anlamının dışında
    mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Öpmek sözcüğünün asıl anlamının
    kullanılmasına olanak yoktur çünkü ayın dudağı olmaz. Şair burada,
    istiare sanatıyla anlatımı daha etkili, daha estetik ve heyecanlı hale
    getiriyor.
    İstiare genel olarak üç çeşide ayrılır. Yalnızca benzeyenin
    söylendiği istiareye "açık istiare" (istiare-i
    musarraha) denir. Örnek:

    "Bir hilâl uğruna yarâb ne güneşler batıyor"
    Mehmet Akif Ersoy

    Ersoy, benzetilen güneşi söylerken, benzeyen askerden sözetmiyor.
    Yalnızca benzetilenin söylendiği istiareye de "kapalı
    istiare" (istiare-i mekniye) denir. Örnek:

    Her taraf kırık dökük
    Dalların boynu bükük
    "Kederliyiz" der gibi
    Orhan Seyfi Orhon

    Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen
    insandan sözedilmiyor. Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği
    vurgulanıyor.
    Benzetmenin temel öğelerinden yalnızca birisiyle çok sayıda
    benzerliği sıralayarak yapılan istiareye ise "yaygın
    istiare" (istiare-i temsiliye) adı verilir. Örnek:

    Bin gemle bağlanan at şaha kalkıyor
    Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
    Son macerayı dinlememiş varsa anlatın
    Râm etmek isteyenler o marûr, âsil atın
    Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da
    Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da...
    Coştukça böyle sel gibi bağrındaki hisleri
    Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
    Faruk Nafiz Çamlıbel

    Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği
    sıralıyor.


    Hüsn-i talil

    Nedeni bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama
    yoluyla yapılan edebi sanattır. Hüsn-i tevcih olarak da bilinir. Şiirin
    iki dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek
    amacını taşır. Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında
    mutlaka anolojik bir bağ bulunur. Nedeni bilinen olay güya, sanki, acep,
    acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür hüsn-i
    talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir. Örnek:

    Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen
    Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece
    Ahmedî
    "Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi
    Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş."

    Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme
    ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor.

    Leff ü neşr

    Bir beyitte birbirleriyle ilgili sözcüklerin sıralanmasıyla yapılan ve
    divan şiirinde çok sık kullanılan edebi sanattır. Şiirin ikinci
    dizesinde birinci dizede söylenmiş en az iki şeyle ilgili benzerlik ve
    karşılıklar verilerek uygulanır.
    Sözcüklerin birinci ve ikinci dizede belli bir sıra gözetilerek
    söylenmesine leff ü neşr-i müretteb (düzenli leff ü neşr) denir. Örnek:

    Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü
    Ârzûmend ruh-i leb-i handânınem
    Fuzûlî
    "Kederli gönlümü gonca memnun etmez, gül sevindirmez
    Çünkü ben ben bunları değil al yanağını ve gülen dudağını
    istiyorum"

    Gonca, yanak karşılığı ruh ve gül dudak karşılığı leb
    sözcükleriyle ilgilidir. Fuzûlî, burada düzenli leff ü neşr yapıyor.
    Birinci beytin ikinci dizesinde, birinci dizede söylenenlerle
    ilgili sözcüklerin ters bir sıra izlenmesiyle ya da karışık olarak
    bulunmasıyla yapılan leff ü neşr'e ise leff ü neşr-i gayr'i müretteb ya
    da leff ü neşr'i müşevveş (düzensiz leff ü neşr) denilir. Örnek:

    Yürürem hâsret-i zülf ü meh-rûlar ile
    Gündüzin gussalar ile gice kaygular ile
    Meâlî
    "Sevgilinin saçının ve ay yüzlü yanağının hasretiyle
    Gündüz kederli gece kaygılı gezerim"

    Saç anlamına gelen zülf geceyle, yanak anlamına gelen ruh gündüzle
    ilgilidir. Birinci ve ikinci sözcüğe karşılık ikinci ve birinci
    sözcükler sıralanarak düzensiz leff ü neşr yapılıyor.


    Kinaye

    Bir sözü aynı zamanda hem gerçek hem de mecazi anlamıyla kullanma
    sanatıdır. Sözün açık söylenmesinin hoş olmadığı durumlarda alay, şaka,
    sitem amacıyla kullanılır. Bu kullanışta sözün geçek anlamından bir
    sonuç çıksa da geçerli olan mecazi anlamıdır. Örneğin Şeyhülislam
    Yahyâ’nın, "Dilber gelince bezme yüzü güldü aşıkın"
    dizesinde bir kişinin gerçek yüzünün gülmesini anlamaya bir engel yok.
    Ama asıl anlatılmak istenen aşığın çok sevinmiş olmasıdır (mecazi
    anlam).
    Türkçe deyimlerin çoğu mecazi anlamlarıyla kullanıldığı için
    kinayedir. Kinayede sözün başka bir anlama gelmesi olasılığı yoksa bu
    türe "kinaye-i karibe" (yakın kinaye) denir. Eğer
    sözün anlamı gizleniyorsa kinaye "kinaye-i baide" uzak
    kinaye) olarak adlandırılır. Nitelenen tek özelliği belirten kinayeye
    "kinaye-i müfrede" (tek kinaye), birkaç özelliği
    birden belirten kinayeye de "kinaye-i mürekkebe"
    (birleşik kinaye) adı verilir. Örnek:

    Bulamadım dünyada gönüle mekan
    Nerde bir gül bitse etrafı diken
    Sümmanî

    Gül ve diken hem gerçek hem mecazi anlamlarıyla kullanılıyor.
    Ancak asıl kastedilen mecazi anlamları. Şair hem birleşik kinaye hem
    uzak kinaye yapıyor.

    Tariz

    Birini küçük düşürmek ya da biriyle alay etmek amacıyla söylenecek sözü
    tam tersi bir sözle nükte yaparak anlatma sanatıdır. Tariz de gerçek ya
    da mecaz anlam yerine doğrudan zıt bir anlam kullanılması söz konusudur.


    Teşhis-ü intak

    Cansız varlıkları, ya da hayvanları kişiler gibi davrandırma,
    canlandırma, konuşturma, onlara duygu ve hareket gibi nitelikler
    kazandırma sanatıdır. İnsan dışındaki calı varlık ya da hayvanlara insan
    özelliği verilmesine teşhis, onların konuşturulmasına ise intak denir.
    Teşhis ve intak daha çok fabllara kullanılır. Teşhise örnek:

    Mahmur uyanır gölgede binlerce ziyâlar
    Çöller düşünür, gün düşünür, gölgeler ağlar
    Emin Bülend Serdaroğlu

    Şair, ışığı uyandırıyor, çöller ve günü düşündürüyor, gölgeleri
    ağlatıyor. Bunların hepsi insan özellikleri. Üst üste teşhis sanatı
    yapıyor.

    DİVAN EDEBİYATINDA KONULAR

    Divan şiiri konu bakımından çok çeşitlidir. Genel tanımdan da
    anlaşılacağı gibi öncelikle din dışı ve dini şiir olmak üzere ikiye
    ayrılır. Din dışı şiirde başlıca türler şöyle sıralanabilir: Bahariye,
    cemreviye, dariye, fahriye, iydiye, medhiye, mersiye, gazavatname,
    sakiname, hamamname, sahilname, kıyafetname, surname, lugaz, muamma,
    hicviye, hezliyat, tarih düşürme ve şehrengiz. Dini-tasavvuf şiirinin
    türleri de şöyledir: Tevhid, münacat, na't, maktel-i Hüseyin, miraciye,
    hilye, mevlid, kırk hadis, menkıbname.
    Din dışı düzyazı türleri: Tezkire, tarih, seyahatname,
    siyasetname, münşeat, sefaretname.
    Dini-tasavvufi düz yazı türleri: Evliya tezkiresi, kısas-ı enbiya,
    siyer.
    Divan hikayelerinde hem şiir hem düzyazı örnekleri kullanılır.
    Hikayeler dinsel ve destansaldır. Çift ya da tek kahramanlı aşk
    hikayeleri ve temsili hikayeler de çokça yazılmıştır.

    DİVAN ŞİİRİNDE ARUZ ÖLÇÜSÜ

    Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur. Aruz’da açık ve
    kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde
    sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak
    zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline
    dayanan şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed
    tarafından kullanıldı. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra
    medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak
    benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağladı.
    Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler
    çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler
    çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan
    yana geliş biçimlerine göre, fâilâtün, fâilün, mefâilün ve benzeri
    değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu
    kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan
    kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman
    uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma
    imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) adı verilir. Zihaf, aruzda
    kusur sayılır.
    Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki gibi duraklar yoktur. Dizelerdeki
    hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa
    uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen
    sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki
    sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz
    harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl yani
    ulama denir.

    DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ

    a. Biçimlerine göre

    Divan şiiri, nazım biçimleri bakımından zengindir. Nazım biçimleri beyit
    ve bend temeline dayanır. Beyit temeline dayananlar
    "aynı" ve "ayrı" uyaklı (kafiyeli)
    olmak üzere ikiye ayrılır. Aynı uyaklıların başlıcaları
    "gazel", "kaside" ve
    "müstezat"tır. Ayrı uyaklı tek nazım biçimi ise
    "mesnevi".
    Bend’lerden oluşan nazım biçimleri de tek bendli ve çok bendli
    olarak ikiye ayrılır. Tek bendliler "rubai" ve
    "tuyuğ", çok bendliler ise
    "musammat" ana başlığı altında toplanan
    "murabba", "şarkı",
    "muhammes", "tahmis",
    "tardiye", "tasdir",
    "müseddes", "tesdis",
    "müsebba", "tesbi",
    "müsemmen", "tesmin",
    "muaşşer", "taşir",
    "terkib-i bend", "terci-i bend"dir.
    Bunun dışında "müfred" (tek beyit) ve
    "azade" de (tek mısra) anılabilir.

    Uyak (kafiye)
    Şiirde dize sonlarındaki ses benzerliğidir. Türk halk şiirinde ayak
    olarak adlandırılır. Uyakta ses açısından benzeşen sözcüklerin anlam
    bakımından farklı olmaları gerekir. Şiirde ses benzerliği yoluyla uyum
    sağlamak ve genellikle okuru etkilemek amacıyla kullanılan uyak, sözlü
    edebiyat ürünlerinde hatırlamayı ve ezberi kolaylaştıran bir öğedir.
    Ses benzerliğinin niteliğine göre uyaklar çeşitli türlere ayrılır.
    Yalnızca bir ünsüzün (sessiz) benzeştiği uyaklara "yarım
    uyak" denir. En az bir hecedeki ünlü (sesli) ve ünsüzün
    benzediği uyaklara "tam uyak" ya da "yalın
    uyak" adı verilir. Birden fazla hece arasındaki ses benzerliği
    ise "zengin uyak"tır. Yazılış ve söylenişleri aynı
    olduğu halde, anlamları farklı olan sesiz sözcüklerle ya da bu
    sözcüklerin yan yana gelmesiyle yaratılan ses karmaşası sonucu ortaya
    çıkan benzerliğe "cinaslı uyak" denir. Uyak, divan
    edebiyatında aruz kadar büyük önem taşır. Divan şiirini belirleyen temel
    ilkelerden biri uyak düzenidir.

    Beyit

    Şiirde sonları uyaklı, iki dizeden oluşan, kendi içinde bağımsız bir
    yapısı ve anlam bütünlüğü bulunan birimdir. Bir beytin her dizesi kendi
    içinde bir bütün olabildiği gibi, birinci dizedeki anlam ikinci dizede
    de sürebilir. Beyit uzun şiirlerde anlatım birimi olarak sık kullanılır.
    Güçlü ve özlü söyleyişlere uygun olduğu için bağımsız tek bir şiir
    olarak da yazılabilir. Ya da başka şiir biçimlerinin bir parçası olarak
    ele alınabilir. Divan edebiyatı beyit temeline dayalıdır.
    Divan edebiyatında, bir beyitteki iki dize kendi içinde iki
    parçaya ayrılır. Birinci dizenin ilk parçasına sadr, son parçasına aruz
    ya da harb denir. İkinci dizenin ilk parçası ibtida, son parçası acz ya
    da darb'dir. Sadr ile aruz, ibtida ile acz arasında kalan bölüm haşv
    olarak isimlendirilir. Uyaklı bir beyite "beyt-i
    musarra", uyaksız olanlara "ferd" ya da
    "müfred" denir. Divanlarda müfredler müfredat adıyla
    ayrı bir bölümde toplanır. Uyaklı beyitlerin olduğu bölüme de
    "metali" denir. Örnek beyit:

    Biz bülbül-i muhrik-dem-i şevkâ-yı firaakız
    Âteş kesilür geçse sabâ gül-şenimizden
    Selimî (Padişah 2’nci Selim)

    Mısra (dize)

    Manzum edebiyat yapıtlarının her bir satırına verilen isimdir. Bir
    ölçüye uygun olarak söylenmiş beytin yarısına da mısra denir. En küçük
    anlamlı nazım birimi olan mısra, bir şiirin parçası olabileceği gibi,
    bağımsız bir bütün de olabilir. Yani tek mısralık şiirler de olabilir.
    Divan edebiyatında kendi içinde bir bütün oluşturan mısralara mısra-i
    azade (bağımsız mısra) adı verilir. Ayrıca bir beyitin birbirinin
    anlamlarını tamamlayan ya da aralarındaki anlam bağı kesin olmayan
    mısralarına da aynı isim verilir. Yetkinliği, sağlam yapısı, özlü ve
    çarpıcı anlatımıyla dikkat çeken, her zaman kolayca anımsanabilen,
    dilden dile dolaşan mısralara "mısra-i berceste" ya da
    şah-mısra denir.

    Bend (kıta)

    Şiirde iki ya da daha çok mısradan oluşan birimdir. Şiirin içeriği ve
    biçimine göre düzenlenir. Kıtanın yapısını şiirin ölçüsü, uyak düzeni ve
    mısra sayısı belirler. İki beyitlik kıtalara divan şiirinde rubai, halk
    şiirinde dörtlük denir. Bu tür kıtaların uyak (kafiye düzeni) birinci
    ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir
    (yani ab cb şeklinde.) Bazen birinci ve üçüncü mısralar kendi
    aralarında, ikinci ve dördüncü mısralar da kendi aralarında uyaklı (yani
    ab ab) şeklinde de olabilir. Birinci, ikinci ve dördüncü mısraları
    kafiyeli (yani aaba şeklinde) olan kıtalara nazım denir. Murabba,
    muhammes, şarkı gibi nazım biçimlerinin her bendi parça anlamında kıta
    diye adlandırılır.
    Divan şiirinde kıta mahlassız (imzasız) şiirdir ve mısraları
    arasında anlam bütünlüğü vardır. Bir düşünceyi, hikmeti, nükteyi,
    yergiyi, övgüyü, yaşam anlayışını konu edinebilir. Beyit sayısı ikiden
    fazla olan kıtalara "kıta-i kebire" denir. Divanlar
    düzenlenirken kıtalara en sonda bağımsız şiirler olar yer verilir. Bu
    bölüme de "mukattaat" denir.

    Mesnevi

    Bu şiir türünün geniş tanımını [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
    "edebiyat" bölümünde bulabilirsiniz.

    Kaside

    Daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
    Kaside şairlerine kaside-gü (kaside söyleyen), kaside-sera ya da
    kaside-perdaz (kaside yazan) denir. Kaside 6 bölümden oluşur:
    Birinci bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, aşıkane duygular
    yer alıyorsa "nesib", bahar, doğa, bayram gibi
    konulara değiniliyorsa "teşbib" adı verilir.
    İkinci bölüm girizgah ya da girizdir. Genellikle tek beyitten
    oluşur ve burada şair medhiyeye (övgüye) geçeceğini bildirir. Girizgah
    konuya uygun ve nükteli olmalıdır.
    Üçüncü bölüm medhiyedir. Bu bölümde asıl konu anlatılır. Beyit
    sayısı konuya ve şaire göre değişen medhiye bölümü kasidenin en sanatlı
    beyitlerini içerir.
    Kasidenin dördüncü bölümü tegazzüldür. Tegazzül, 5-12 beyit
    arasında değişir. Kasidenin başında ya da sonunda yer alabilir. Bu bölüm
    her kasidede bulunmayabilir.
    Beşinci bölüm fahriyedir. Şair bu bölümde de kendisini över.
    Kasidenin son bölümü duadır. Bu bölümde önceki beyitlerde övgüsü
    yapılan kişi için dua edilir.
    Kasideler, nesib bölümünde ele alınan konuya göre göre kaside-i
    bahariyye, kaside-i ramazaniyye, kaside-i hammamiyye olarak
    adlandırılır. Uyaklarına göre r harfi ile bitiyorsa kaside-i raiyye, l
    harfiyle bitiyorsa kaside-i lamiyye, m harfiyle bitiyorsa kaside-i
    mimiyye diye anlandırılır. Rediflerine göre de, tevhid, münacaat,
    methiye diye bölümlenir. Kasidenin en güzel beyiti "beyt-ül
    kaside"dir. Şairin adının geçtiği beyite ise "tac
    beyit" denir.



    Gazel

    Divan edebiyatının en yaygın kullanılan nazım biçimidir. Önceleri Arap
    edebiyatında kasidenin tegaüzzül adı verilen bir bölümü iken sonra ayrı
    bir biçim halinde gelişmiştir. Gazelin beyit sayısı 5-15 arasında
    değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel
    gazel denilir. Gazelin ilk beyti "matla", son beyti
    ise "makta" adını alır.
    Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır (musarra).
    Sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest ikinci dizeleri ilk beyitle
    uyaklı olur. Birden fazla mussarra beytin bulunduğu gazel
    "zü'l-metali", her beyti musarra olan gazel ise
    "müselsel" gazel adıyla bilinir. İlk beyitten sonraki
    beyte "hüsn-i matla" (ilk beyitten güzel olması
    gerekir), son beyitten öncekine "hüsn-i makta" (son
    beyitten güzel olmalı gerekir) denir.
    Gazelin en güzel beyti ise "beytü'l-gazel" ya da
    "şah beyit" adıyla anılır. Bunun yeri ya da sırası
    önemli değildir. Bazı gazellerin matlasını oluşturan dizelerden birinci
    ya da ikincisinin matlasının ikinci dizesi olarak yenilenmesine
    "redd'i-matla" denir. Şair mahlasını (şairin takma
    adı, ya da tanındığı ad) maktada ya da "hüsn-i"
    maktada söyler. Bu durumda beyit ikinci bir adla "mahlas
    beyti" ya da "mahlashane" olarak anılır.
    Şairin mahlasını tevriyeli kullanmasına "hüsn-i
    tahallüs" denir.
    Dize ortalarında uyak bulunan gazele musammat, sonu getirilmemiş
    ya da beyit sayısı 5’in altında bulunan gazellere de
    "natamam" gazel denir. Başka şairlerin birkaç dize
    ekleyerek bend biçimine dönüştürdüğü gazellere
    "tahmis", "terbi" adı verilir. Bütün
    beyitlerinde aynı düşüncenin ele alındığı gazeller "yekahenk
    gazel", her beyti öncekinden ustalıklı biçimde söylenmiş
    gazeller de "yekavaz gazel" olarak adlandırılır.
    Gazeller konularına göre de çeşitli isimlerle tanımlanır. Aşka
    ilişkin acı, mutluluk gibi içli duyguların dile getirildiği gazeller
    "aşıkane", içki, yaşama boş verme, yaşamdan zevk alma
    gibi konularda yazılanlara "rindane" denir. Aşıkane
    gazellere en iyi örnek Fuzûlî’nin gazelleri, rindane gazellere en iyi
    örnek ise Bâkî’nin gazelleridir. Kadınları ve ten zevklerini konu edinen
    gazeller ise, örneğin Nedîm’in gazelleri, "şuhane",
    öğretici nitelikli gazellere, örneğin Nâbî’nin gazelleri,
    "hakimane gazel" denir.
    Gazeller eskiden bestelenerek okunurdu. Özelikle bestelenmek için
    yazılmış gazeller de vardır. Gazelleri makamla okuyan kişilere
    "gazelhan", gazel yazan usta şairlere ise
    "gazelsera" adı verilir.


    Gazel, Türk müziğinde ise şiirin bir hanende tarafından doğaçtan
    seslendirilmesidir. Sesle taksim olarak da bilinir.


    Rubai

    Kendine özgü bir ölçüsü olan 4 dizelik (mısralık) nazım birimidir.
    Rubailerde birinci, ikinci, dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dize
    serbesttir. İki beyitlik kıtalar biçiminde yazılmış rubailer de vardır.
    Her dizesi birbiriyle uyaklı rubailere "rubai-i
    musarra" ya da "terane" adı verilir. Rubainin
    aruzun hezec bahrinden 24 kalıbı bulunur. Bunlardan mef'ûlü birimiyle
    başlayan 12 kalıba "ahreb", mef'ûlün birimiyle
    başlayan öbür 12 kalıba da "ahrem" denir. Kalıpların
    sonu "faül" ya da "fa" birimiyle
    biter.
    Rubainin her dizesi ayrı bir ölçüde olabildiği gibi, dört dizesi
    de aynı ölçüde olabilir. Türk divan şiirinde daha çok ahreb kalıbına
    rastlanır. Rubailer genellikle mahlassız şiirlerdir. Ve divan
    şairlerinin divanlarının sonunda rubaiyyat başlığı altında sıralanırlar.
    Bu türün tartışmasız en büyük şairi Ömer Hayyam’dır.
    Türk edebiyatında Mevlana’nın Farsça yazdığı felsefi rubiler bu
    türün hızla yayılmasına neden oldu. Kara Fazlî, Fuzûlî 16. yüzyılda bu
    türün en usta örneklerini verdiler. Divan edebiyatında 17. yüzyıl
    rubainin altın çağı oldu. Azamizade Haletî, yazdığı bin kadar rubai ile
    en büyük Osmanlı rubai şairi olarak tanındı. Cumhuriyet döneminin en
    büyük rubai ustası ise Yahya Kemal Beyatlı’dır.


    Musammat

    Ayrı bir nazım biçimi olmamakla birlikte gazeil ve bazı kasidelere
    uygulanan bir tekniktir, Bendlerden kurulu nazım biçimlerine (murabba,
    muhammes, müseddes, müsebba, müsemmem, mütessa, muaşşer, terbi, tahmis,
    taşdir, tesdis, tesbi, tesmin, tes-i, taşir, terkib-i bend ve terci-i
    bend) verilen genel addır. İlk bende geçen dize ya da beyitlerin, öbür
    bendlerin sonunda aynen yinelenmesiyle düzenlenen musammatlara
    mütekerrir musammat denir. İlk benddeki dize ya da beyitlerin, öbür öbür
    bendlerin sonundaki dize ve beyitlerle yalnızca uyak bakımından
    uyuşması durumunda musammat müzdevic musammat adını alır.



    Terci-i bend / terkib-i bend
    Uyakları gazel biçiminde düzenlenmiş "hane" adı
    verilen 5-10 beyitlik şiir parçalarının (genellikle 5-12 hane)
    "vasıta" denen ve sürekli yinelenen bir beyit ile
    birbirine bağlanmasından oluşan nazım biçimidir. Vasıta beyitinin her
    hanenin sonunda değişmesi durumunda şiir terkib-i bend olur.


    Müsemmem

    Sekiz dizeden oluşan bendler halinde yazılmış musammatlardır. Az
    kullanılmıştır. Divan edebiyatında en bilineni Şeyh Galib'in Esrâr
    Dede'nin ölümü üzerine yazdığı mersiyedir.

    Tuyuğ

    Halk edebiyatındaki mani türüne benzer tarzda yazılmış musammatlardır.
    Tuyuk da denir. Çoğunlukla her beytinin birinci ikinci ve dördüncü
    dizeleri uyaklıdır. Sadece Türklere özgüdür. Aruzun sadece fâilâtün
    fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılması nedeniyle rubai'den ayrılır. Bazen
    dört mısra birbiriyle kafiyeli olabilir.
    Tahmis

    Bir gazelin her iki dizesinin başına aynı ölçüde üç dize ekleyerek
    oluşturulan nazım biçimidir. Tahmis genellikle başka bir şairin gazeline
    yapılırsa da, kendi gazellerinden tahmis oluşturan şairler de vardır.
    Başarılı bir tahmis'te asıl beyit ile eklenen dizeler anlam bakımından
    kaynaşmış olmalıdır. Başa eklenen üçer mısra gazelin matlası ile aynı
    kafiyede olur. Diğer beyitlere eklenen üçer mısra ise o beyitlerin ilk
    mısraları ile kafiyelidir.


    Tardiye

    Beş dizelik bentlerden oluşan musammat türüdür

    Taşdir

    Tahmisin değişik bir şeklidir. Tahmiste bir başka şairin gazelinin her
    beytinin başına üç dize eklenirken, taşirde her beytin iki mısrasının
    arasına üç mısra eklenir. Taşdire "mutarraf tahmis" de
    denir.

    Tesdis

    Terbî ve tahmise benzer. Ancak başka bir şairin yazdığı bir gazelin her
    beytinin üzerine dört dize daha ekleyerek altılı beyitler haline
    getirilmesiyle oluşur. Tesdis tek bir beyite de uygulanabilir. Divan
    edebiyatında çok az kullanılmıştır. Tahmis türünde olduğu gibi
    genellikle eksik gazellere uygulanır.

    Tesbi
    Bir başka şairin bir gazelin her beytinin matlasına 5 dize daha
    eklenerek yedili beyitler haline getirilmesiyle kurulur. Tahmis ve
    tesdis türünde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır. Tesbi
    de eklenen dizelerin kafiyesi, mevcut dizelerle aynıdır.

    Taşir

    İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 8 dize daha ekleyerek
    10'lu beyitler haline getirilmiş gazel türüdür. Tahmis ve tesdis
    türlerinde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.


    Tezmin

    İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 6 dize daha ekleyerek
    8’li beyitler haline getirilmesidir. Tahmis ve tesdis türlerinde olduğu
    gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.

    Muaşşer

    Aynı ölçüde onar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin
    on dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin ise ilk iki dizesi ilk bend
    ile uyaklıdır. İlk beytin son bendinin her bendin sonunda aynen
    yinelendiği muaşşerlere "mütekerrir muaşşer" denir.
    Bendlerin son beytinin ilk bendin uyağına uygun olarak her bendde
    değişmesiyle yazılan muaşşerler ise "müzdeviç muaşşer"
    adıyla tanımlanır.

    Muhammes

    Aynı ölçüdeki beşer dizelik bendlerden oluşa nazım biçimi. İlk bendin 5
    dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son bir ya da iki dizesi ilk
    bend ile uyaklıdır. Son bir ya da iki dize, her bendin sonunda aynen
    tekrarlanıyorsa bu muhammese "mütekerrir muhammes", bu
    dizelerin ilk bend ile yalnızca uyak yönünden uyuştuğu muhammeslere ise
    "müzdeviç muhammes" adı verilir. Bend sayısı 4-8
    arasında değişir. Muhammeslerde çoğunlukla felsefi düşünceler, tasavvuf
    konuları ele alınır.


    Murabba

    Aynı ölçüde dörder dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir.
    Murabbalarda ilk bendin dört dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son
    dizesi ilk bendle uyaklıdır. Son dizenin her bendin sonunda aynen
    yinelendiği murabbalara "mütekerrir murabba" denir.
    Her bendin son dizesi ilk bendle yalnızca uyak açısından benzeşiyorsa
    murabba "müzdeviç murabba" diye tanımlanır.
    Murabbaların uzunlukları 4-8 bend arasında değişir. Konuları çoğunlukla
    dinsel ve didaktiktir. Övgü, yergi, manzum, mektup, mersiye gibi
    türlerde yazılmışlardır. Murabbalarda her vezin kalıbı kullanılabilir.
    Halk edebiyatımızdaki koşmalara benzerler.

    Müseddes

    Aynı ölçüde altışar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk
    bendin bütün dizeleri birbirleriyle, sonraki bendlerin bir ya da iki
    dizesi ilk bend ile uyaklıdır. İlk bendin son ya da son iki dizesi her
    bendin sonunda yinelenirse "mütekerrir müseddes",
    sonraki bendler ile ilk bend yalnızca uyak yönünden benziyorsa
    "müzdeviç müseddes" adını alır. Müseddeslerin uzunluğu
    5-8 bend arasında değişir. Konuları tasavvuf ve felsefedir.


    Müstezat

    Arapça ziyade sözcüğünden gelir. Bir gazelin her dizesine bir kısa dize
    ekleyerek oluşturulan şiir biçimidir. Çoğunlukla aruzun
    "mef’ulü/ mefailü/ mefailü/ feulün kalıbı kullanılarak
    yazılırlar. Her dizeden sonra bu kalıbın ilk ve son birimleri olan
    mef’ulü/ feûlün kalıbına uygun bir kısa dize söylenir. Eklenen bu kısa
    dizeye ziyade denir. Ziyadeler dizeden sayılmadığı için iki uzun iki
    kısa dizeden oluşan 4 dize bir beyit sayılır. Kısa dizeler okunsa da
    okunmasa da beytin anlamı bir bütün oluşturur. Ziyadesi bir satırdan
    fazla olan müstezatlar da vardır. Tez ziyadeli müstezatlara
    "sade" çitf ziyadeli olanlara ise
    "çift" adı verilir.

    Şarkı

    Divan şiirinde bestelenmeye uygun ölçü kalıpları ile yazılan ve
    çoğunlukla 4 dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. Dörtlüklerden
    kurulan musammat da denebilir. Murabbaya benzer. 5 ya da 6 dizelik
    bendlerden de oluşabilir. Üçüncü dizeye meyan adı verilir. Ve bu dizenin
    anlam bakımından daha özlü olmasına dikkat edilir. Dördüncü dizeye ise
    nakarat denir. Aşk, sevgili, ayrılık, içki, eğlence gibi konularda
    yazılır. Divan edebiyatının ilk şarkı yazarı Naîlî-i Kadîm’dir. 28
    şarkısıyla Nedîm de bu türün en güzel örneklerini vermiştir.


    b. Konularına göre nazım-nesir türleri

    Din dışı şiir türleri

    Bahariye

    Baharın gelişini, doğadaki değişimleri, çiçeklerin açmasını,
    kelebeklerin uçmasını konu edinen kasidelerdir. Dönemlerindeki büyük
    kişilere sunulup ödüllendirilmek için yazılırlar. Hemen her divanda bir
    bahariye bulunması geleneği vardır. Hemen her divan şairinin de bir
    bahariyesi vardır.

    Cemreviye

    Divan şairlerinin cemre düşmesi nedeniyle dönemlerindeki büyük kişilere
    sunmak için kaleme aldıkları kaside türüdür. Örneklerine az rastlanır.
    Cemrenin bahar müjdecisi olması nedeniyle bir bahariye niteliği de
    taşır. Cemreviyelere genellikle teşbib ile başlanır. Kasidenin diğer
    bölümlerinde bir değişiklik yapılmaz.

    Fahriye

    Divan şairlerinin kendilerini ya da bir başka şair ya da kişiyi
    övdükleri şiirlerdir. Genellikle kaside türünde yazılırlar. Fahriye aynı
    zamanda kasidelerde şairlerin kendileriini övdükleri beyitlerin
    bulunduğu beşinci bölüme verilen isimdir.


    Mersiye

    Bir ölünün ardından duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak, ölen kişiyi övmek
    amacıyla kalema alınan düzyazı ya da şiirdir. Kutsal günlerde, ölüm
    törenlerinde mersiye okuyan kişiye de mersiyehan denir. Lirik bir
    anlatımın egemen olduğu manzum mersiyeler genellikle terkib-i bend
    biçiminde yazılır. Ayrıca kaside ve terci-i bend biçiminde yazılmış
    manzum mersiyeler de vardır. Yahyâ Bey, Sami Fünûnî, Rahmî, Fazlî,
    Nisîyi, Müdâmi’nin, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa için
    yazdıkları mersiyeler gibi. Ayrıca savaşlarda kaybedilen yerler için
    yazılan mersiyelere "vatan mersiyesi" denir.
    Hayvanların ölümü için yazılmış mersiyeler de vardır.

    Medhiye

    Bir kimseyi övmek için genellikle kaside biçiminde yazılan şiir ya da
    düzyazıdır. Az olmakla birlikte gazel, mesnevi, musammad gibi nazım
    biçimlerinde mediyeler de vardır. Padişah, vezir, şeyhülislam gibi
    devlet ileri gelenleri ya da halifelerle, başka din ve tarikat büyükleri
    için yazılmışlardır. Bu türün en güzel örneğini Nef’î vermiştir.


    Gazavatname

    Gazaname olarak da bilinir. Ordunun akınlarını, savaşları,
    kahramanlıkları, zaferleri anlatılan düz yazı ya da şiir biçimindeki
    edebi türdür. Arap edebiyatında "magazi" diye bilinir.
    Türk edebiyatında ilk gazavatname örnekleri 15. yüzyılda yazılmaya
    başlanmıştır. Kâşîfi’nin Gazaname-i Rum’u bu türün örnekleri
    arasındadır.

    Sahilname

    Divan şairlerinin İstanbul kıyıları ile buralardaki yerleşim yerlerini,
    yaşayış biçimlerini anlattıkları şiirlerinin genel adıdır. Örneklerine
    az rastlanır. Genellikle mesnevi biçiminde yazılmışlardır.

    Sâkiname

    Divan edebiyatında gerçek ya da mecaz anlamıyla içki ve içki alemlerinin
    övülerek anlatıldığı şiir türü. Mesnevilerin bölüm sonlarında bazen
    sakiname başlığıyla iki beyitlik küçük parçalar olarak yer alır. Türk
    edebiyatında 17. yüzyılda büyük gelişme gösteren sakinamelerin ilk
    örneğini İşretname adlı yapıtıyla Revânî vermiştir.

    Kıyafetname

    İnsanların fiziksel görünümlerini esas alarak karakterlerini açıklamaya
    çalışan eselerdir. Bu türün kıyafet bilimiyle uğraşanlarına
    "kayif" ya da "kıyafetşinas" adı
    verilir. Divan edebiyatında kıyafetnamenin ilk örneği Hamdullah
    Hamdi’nin ünlü Kıyafetname adlı eseridir. Bu eserde renk, boy, yanak,
    saç, çene, sakal, parmak gibi 26 başlık altında karakter tahlilleri yer
    alır. Nesîmi’nin Kıyafet-ül Firase’si de önemli bir örnektir.

    Surname

    Şehzadelerin sünnet, kadın sultanların evlenmeleri nedeniyle yazılan
    şiir ya da düzyazı biçimindeki eserlerdir. Yazıldıkları dönemin
    toplumsal yaşamına ilişkin bilgiler de verdikleri için tarihi bir
    özellik taşırlar. Genellikle mesnevi ya da kaside türündedirler.
    Figani’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın oğullarının sünnetini anlattığı
    Suriyye Kasidesi türün en iyi örneğidir.

    Hamamname

    Hamamları, hamam eğlence ve sohbetlerini, hamamdaki güzelleri betimlemek
    için yazılan kaside, gazel, mesnevi gibi nazım eserlerdir. Divan
    edebiyatına ilk kez Deli Birader lakabıyla tanınan Gâzalî’nin
    Beşiktaş’taki bir hamamı anlatan şiiri ile girmiştir.


    Şehrengiz

    Bir kenti ve o kentin güzelliklerini anlatan eserlerdir. Daha çok klasik
    mesnevi biçiminde kaleme alınan bu yapıtlar tevhid, münacaat, na't gibi
    bölümlerle başlar. Daha sonra kentle ilgili bilgiler verilir ve kente
    övgü düzülür. Bazen bahar ve doğa betimlemeleri yapıldıktan sonra kentin
    güzellikleriyle ilgili beyitlere geçilir. Divan edebiyatında ilk
    şehrengizi yazan Priştineli Mesihi’dir.

    Hicviye

    Bir kişiyi, kurumu, toplumsal olayı, geleneği yeren söz, düzyazı ya da
    şiir türüne verilen addır. Hicviye, gazel, kaside, murabba, muhammes
    gibi nazım biçimleriyle yazılmıştır. Divan edebiyatında en önemli
    hicviyelerden biri Nef’î’nin Siham-ı Kaza’sıdır.
    ÖRNEK:

    KITA
    Şimdi hayl-i suhan-verân içre
    Nef’î mânendi var mı bir şair
    Sözleri Seba-i Muallâka’dır
    İmrülkays kendidir kâfir
    Şeyhüslam Yahyâ

    (Şair, "şairler içinde Nef’î'nin bir eşi yoktur. Onun şiirleri
    Kabe’nin duvarlarına asılan şiirler gibi güzeldir ve sanki o kafir,
    İmrülkays’ın ta kendisidir" diyor. Kafir aynı zamanda beğenmeyi
    ifade eder. Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi över gibi görünüyor ama
    "Seba-i Muallâka" Kabe henüz putperestlerin elinde
    iken oraya asılan şiirlerdir. İmrülkays ise şiirleri Kabe’de asılı ve
    müslüman olmayan bir şair. Sonuçta Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi
    "kafirlikle" suçluyor.)

    KITA
    Bize kâfir demiş mütfî efendi
    Tutalım ben anca diyem Müselmân
    Varılınca yarın Rûz-i Cezâya
    İkimiz de çıkarız anda yalan
    Nef’î

    (Nef’i de bu kıtayla Şeyhülislam Yahyâ’ya yanıt veriyor. "Müftü
    efendi bana kafir demiş. Tutalım ben de ona Müslüman diyeyim. Ama yarın
    Rûz-i Ceza’da ikimiz de yalancı çıkarız. Çünkü kafir olan
    kendisidir.")

    Hezliyat

    Alaylı bir dille kaleme alınmış nazım türüdür. Kaba şakalara,
    taşlamalara ve sövgülere yer verilir. Hezeliyat olarak da bilinir.
    Hezliyatta zarif bir nükte ya da güzel bir manzum bulunur. Konu şakayla
    karışık alaylı bir dille anlatılır. Nev’izade Atai’nin Bahayi-i Küfri
    eseri bu türün örneğidir. Bayburtlu Zihni’de hezliyatın usta
    şairlerindendir.

    Tarih düşürme

    Önem verilen bir olayın, yılını göstermek üzere ebced hesabıyla bir
    cümle, biz dize ya da beyit söyleme sanatıdır. Tarih dizesinin bütün
    harfleri hesaplanarak söylenenlere tarih-i tam, yalnız noktalı harfler
    hesaplanacaksa tarih-i mücevher, yalnız noktasız harfler esas alınacaksa
    tarih-i mühmel denir. Bazen dizedeki harflerin sayı değerlerinin
    toplamı tarihi tam olarak göstermez. Bu tür tarihlere de tamiyeli tarih
    denir.

    Muamma

    Belli kurallara göre düzenlenip çözülebilen ve yanıtı tanrının
    sıfatlarından biri ya da bir insan adı olan manzum bilmecedir. Muamma
    beyit, kıta gibi küçük nazım biçimleriyle yazılır. Ama mesnevi
    parçalarıyla yazılmış muammalara da rastlanır. Ali Şir Nevai, Fuzûlî,
    Nâbî, Kınalızade Ali Efendi, Sümbülzade Vehbi ve Fitnat Hanım’ın yazdığı
    çok sayıda muamma vardır. Edirneli Emrî Çelebi ise 600'den fazla
    muammasıyla bu alanın en ünlü şairidir. Örnek:

    Bende yok sabr ü sükûn sende vefâdan zerre
    İki yoktan na çıkar fikr idelim bir kerre
    Nâbî

    (Bu beyitte yok anlamına gelen iki edat var. Bunlar
    "nâ" ve "bî". Bu edatlar bize
    beyitteki ismi veriyor. Yani Nâbî.)


    Lugaz

    Herhangi bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan
    manzum bilmecedir. Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur.
    Muamma’dan farkı konusunun daha geniş olmasıdır. Çoğunlukla soru
    biçiminde düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin
    ipuçlarının bulunmasıdır. Divanların son bölümlerine konur. Eğlendirici
    ve öğretici olanların yanısıra öğretici ve dinsel lugazlar da vardır.
    Lugazlar yazarlarının imzasını taşıdığından halk edebiyatındaki
    bilmeceden ayrılır. Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne
    gördüm", "Ol nedir kimdir" ya da
    "Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar.
    Örnek:

    Nedir kim ol iki yüzlü münâfık
    Nümâyan çihresinde levn-i âşık

    Gezer dünyayı hem bî-dest ü pâdır
    Mukim-i hâne-i ehl-i gınâdır

    Teâl-Allah nedir anda bu kudret
    Yemez içmez virir dünyaya nî’met

    Gehi Müslim kıyâfetle be-didâr
    Gehi şekl-i firengide nümûdâr

    Kırılsa pâre pâre olsa amma
    Zarar gelmez ana bir türlü kat’â

    Yatar zir-i zemînde hâke yek-sân
    Semâda adıdır mihr-i dirahşân

    Eğer kim olmasaydı kalbi fasîd
    Cihânda olmaz idi kadri kâsid

    Yeter vasf eyledin ol bî-vefâyı
    Yanından gitmese virmez safâyı
    Sünbülzade Vehbî

    (Şair bu lügazda "altın"ı anlatıyor.)

    Dariye

    Divan şiirinde ev ile ilgili kasidelere dariye adı verilir. Divan
    şairlerinin caize (armağan alma) amacıyla ortaya çıkan fırsatçılıkları
    sonucu gelişmiş bir türdür. Bazıları gazel tarzında da yazılmıştır. Yeni
    yaptırılan köşk, saray, yalı benzeri binalar için yazılır. Şair eserden
    çok az bahseder hemen yaptıranı övmeye geçer. Binalar için hazırlanan
    kitabeler de bir tür dariye sayılır.

    Rahşiye

    Atlar için yazılmış kaside. Nesib bölümünde atlar övülür. Nef’î’nin IV.
    Murad’ın atlarını övdüğü rahşiyesi meşhurdur. Örnek:
    Bâreka’llâh zih’i rahş-i humâyun-sîmâ
    Ki komuş nâmını sultân-ı cihan bâd-ı sabâ

    Ne sabâ sâika dersem yaraşır sür’atte
    Ki seğirdikten ana sâyesi ile pâ-der-pâ

    Bırakır anı dahi sâyesi gibi yolda
    Olsa ger şâtır-ı endişe ile pâ-der-pa

    Düşmeden sayesi hak üzre eder âlemi
    Sehv ile rakibi göserse ihâna irhâ

    Kuş yetişmez der idim olmasa tayyâr eğer
    Eremez gerdine zîrâ ki ne sarsar ne sabâ
    Nef'î


    Dini konulardaki türler

    Tevhid

    Tanrının birliğini ve ululuğunu anlatan şiirlere tevhid denir.
    Genellikle kaside biçiminde yazılırlar. Tevhidde tanrının büyüklüğü,
    sıfatları, kudretinin sonsuzluğu, tasvir ve hayal edilebilen şeylerden
    soyutlanması, hiçbir şeyin ona eş ve benzer olamayışı, bütün kudret ve
    ilimlerin ona ait oluşu gibi özellikler sanatlı bir üslupla anlatılır.
    Tanrı karşısında kulun acizliği vurgulanır. En ünlü tevhid manzumesini
    Nâbî yazmıştır.

    Münacat

    Konusu tanrıya yakarış olan şiir. Genellikle kaside, ender olarak da
    gazel, kıta, mesnevi biçiminde yazılmıştır. Türk edebiyatına 13.
    yüzyıldan sonra girdi. Divan şairlerinin genellikle divanlarının başına
    koydukları münacatların temel konusu, zayıf ve çaresiz durumdaki insanın
    yüce ve güçlü tanrıya yalvarıp ondan yardım istemesidir.

    Na’t

    Hazreti Muhammed’i övmek amacıyla yazılmış şiirlerdir. Hazreti
    Muhammed’in çeşitli özellikleriyle mucizelerinin dile getirildiği bu
    şiirler daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır. Na’t’lara divanların
    başında tevhid ve münacaatlardan sonra yer verilmiştir. Na’t yazmakla
    ünlü kişilere na’t-gü, özel dinsel törenlerde na’t okuyanlara ise
    na’t-han denir. Fuzuli’nin "Su Kasidesi divan edebiyatının en
    tanınmış na’t’ıdır. Türk tasavvuf müziğindeki bir form da bu adla
    bilinir.

    Maktel-i Hüseyin

    Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini konu alan ve acıklı bir
    üslupla yazılan eserlerin tümüne verilen isimdir. Daha çok Şii yazarlar
    tarafından kaleme alınmıştır. Lirik-didaktik bir üslupla ve yalın bir
    dil kullanılarak yazılmışlardır. Türk edebiyatındaki en en önemli
    Maktel-i Hüseyin, Fuzûlî’nin yazdığı Hadikatü’s-Süeda adlı eserdir.

    Miraciye

    Hazreti Muhammed’in göğe yükselişini konu alan edebi yapıtlardır. Tek
    başına bir kitabın konusunu oluşturabildiği gibi, eserler içinde
    bölümler halinde de yer alır. Genellikle kaside ve mesnevi şeklinde
    yazılmıştır. Miraciyelerde coşkulu bir söyleyiş, didaktik özellikler ve
    sanatlı bir üslup egemendir. Cumhuriyet döneminde Abdullah Azmi Yaman’ın
    yazdığı Miraciye bu türe örnektir.

    Hilye

    Hazreti Muhammed’in fiziksel ve kişisel özellikleriyle örnek
    davranışlarını konu alan eserlere "hilye" denir.
    Zamanla hilye'nin kapsamı genişlemiş halifeler için de hilyeler
    yazılmıştır. Divan edebiyatında bu türün ilk örneği Hakani’nin Hilye-i
    Hakani’sidir. Zamanla hilyelerin levhalara hattatlar tarafından
    yazılması geleneği de ortaya çıkmıştır.

    Mevlid

    Hazreti Muhammed’in doğumunu ve kısaca yaşamını övgüyle anlatan
    yapıtlardır. Dinsel Türk müziğinin doğaçlama türlerinden biri de bu
    isimle bilinir. Mevlidler çoğu zaman mesnevi biçiminde düzenlenmiş,
    halkın anlayabileceği yalın bir dille yazılmıştır. İlk özgün mevlid
    Ebu’l-Cevzi tarafından yazılmıştır. İlk Türkçe mevlid ise Süleyman
    Çelebi’nin eseri olan Vesiletü’n-Necat’tır.

    Kırk hadis

    Belli bir konu çerçevesinde toplanmış 40 hadisten oluşan yapıtlara
    verilen isimdir. Hadis-i erbain ya da erbaun olarak da bilinir.
    Hadislerin belli başlı konuları Kur’an’ın erdemleri, İslamın şartları,
    Hazreti Muhammed ve sahabesi, zikir, dua, salat ve selam, ziyaret, bilim
    ve bilgin, siyaset, hukuk, toplumsal, ahlaki yaşam ve tıptır. Divan
    edebiyatında hat kaygısıyla yazılmışlardır.

    Menkıbname

    Ya da menakıbname olarak adlandırılır. Kahramanların, din büyüklerinin,
    tarikat kurucularının, ermişlerin olağanüstü yaşamlarını ve
    kerametlerini anlatan yapıtlardır. Türk edebiyatında 100’ü aşkın
    menkıbname yazılmıştır. Bu yapıtlar içerik yönünden ya bir tarikatla
    ilgilidir, örneğin Sakıb Bey’le Mustafa Dede’nin Sefine-i Nefise adlı
    eseri gibi. Ya da bir ermişi konu edinir, örneğin Müstakimzade Süleyman
    Saddedin’in Menkıb-ı İmam-ı Azam’ı gibi.

    Kıssa

    Öğüt verici ve öğretici öykü, fıkra, masal, menkıbe türü eserlere kıssa
    adı verilir. Çoğul söylenişi kısas’tır. Kıssa anlatanlara kıssa-han ya
    da kıssa-gü denir. En yaygın örnekleri peygamberlerle ilgili kıssaları
    anlatan kitaplardır. Divan edebiyatında Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı
    Enbiya ve Tevarih-i Huleyfa adlı kitabı önemli bir kıssa örneğidir.
    Divan edebiyatında daha çok mesnevi türünde kaleme alınmışlardır.
    Düzyazı biçimli kıssalar da vardır. Bunlarda kullanılan dil çok daha
    sadedir.

    DÜZYAZI BİÇİMLERİ

    Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü
    düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil
    kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis
    açıklamaları bu türde yazılmıştır.
    Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe
    genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıca’yı iyi bilen yazarlar
    yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze
    çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir.
    Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir. Bu türün ilk
    klasik örneğini, 16. yüzyılda Aşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19.
    yüzyılda Fatih Efendi’ye değin sürmüştür.
    Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik
    yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin özellikleri, söz ve anlam
    oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ve içeriğin ön
    planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din
    kitapları bu türde yazılmıştır.

    Din dışı konularda düz yazı


    Tezkire

    Ünlü kişilerin yaşam öykülerinin toplandığı yapıt. Şairlerin yaşam
    öykülerini anlatanlara Tezkiretü’ş-şuara ya da tezkire-i şuara, din
    adamlarının yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l evliya, hattatların
    yaşam öykülerini anlatanlana tezkiretü’l-hattatin, bilginlerin yaşam
    öykülerini anlatanlara tezkire-i ilmiye, Halvetiye tarikatı şeyhlerinin
    yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l- halvetiye, müzikçilerin yaşam
    öykülerini anlatanlara tezkire-i musikişinasan denir. Tezkireler ilk kez
    İran edebiyatında ortaya çıktı. Türk edebiyatının ilk
    tezkiretü'ş-şuara’sını Ali Şir Nevai Mecalisü'n-Nefais adıyla yazdı.

    Tarih

    Geçmiş olayları, geçmiş belli bir dönemi, belli bir kişi ya da kahramanı
    çevresi ve dönemiyle birlikte anlatan sanatlı düzyazı türüdür.

    Sefaretname

    Siyasal bir görevle yurtdışına gönderilen elçilerin ya da bunların
    yanlarında bulunanların gittikleri yerin durumuna ve özelliklerine
    ilişkin izlenimlerini, görüşlerini, olayları anlattıkları yapıtlardır.
    En tanınmış örneklerden biri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin
    Sefaretnamesi’dir.

    Seyahatname

    Yazarların gezip gördükleri yerlerden edindikleri izlenim ve bilgileri
    aktardıkları edebi eserlerin tümüne seyahatname denir. Temel amaç,
    yurtdışı ya da içinde gezilen yerlerin doğal güzelliklerini, toplumsal
    yaşamlarını, gelenek ve göreneklerini tanıtmaktır. Seyahatnameler çoğu
    kez tarihsel birer yapıt olarak görülür. Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si
    bu türe güzel bir örnektir.

    Siyasetname

    Devlet adamlarına yöneticilik sanatına ilişkin bilgiler veren edebi
    yapıtların genel adıdır. Genel olarak hükümdarlar için kaleme alınmış
    olan siyasetnamelerde onların sahip olması gereken nitelikler,
    saltanatın koşulları ve kuralları anlatılır. İdeal bir devlet örgütünün
    nasıl olması gerektiği belirtilir. Ve kötü yönetimlerin zararlı
    sonuçları açıklanarak, yöneticiler uyarılır. Vezirler ve emirler için
    yazılmış siyasetnameler de vardır. Siyasetnamelerin en ünlüsü Selçuklu
    veziri Nizamülmülk’ün Melikşah’ın isteği üzerine kaleme aldığı
    Siyasetname’dir. Türk edebiyatının en önemli siyasetnamesi ise Yusuf Has
    Hacib’in Kudatgu Bilig adlı kitabıdır.

    Münazara

    Karşıt iki öğenin ya da karşıt iki görüşün karşılaştırıldığı
    yapıtlardır. Şiir ya da düzyazı olarak yazılabilir. Ya da her iki türden
    bölümler içeren münazaralar da vardır.

    Münşeat

    Mektuplardan ya da çeşitli konulardaki düzyazılardan oluşan yapıt.
    Kapsamına göre üçe ayrılır. Resmi yazılardan oluşan münşeatlar,
    genellikle devlet büyüklerince kaleme alınan çeşitli konulardaki
    düzyazılardır. Her türden kişiye yönelik yazı türlerinin başlıklarını,
    son sözlerini, bu yazılara uygun düşecek tümceleri, kullanmaları bir
    araya getiren münşeat. Ve son olarak şairlerin mektuplarından oluşan
    münşeatlar.

    Din konulu düz yazı

    Evliya tezkiresi

    Din ulularının gerçek ya da efsaneleştirilmiş yaşam öyküleri ile
    kerametlerini anlatan yapıtlardır. İçinde İslam velilerinin yaşamlarına
    ilişkin bilgilerin yanında vaazlar ve ahlaki öğütler de yer alır. Sinan
    Paşa’nın Tezkiretü’l-Evliya adlı eseri ile Ahmed Hilmi’nin Ziyaret-i
    Evliya adlı yapıtları bu türün divan edebiyatımızdaki başlıca
    örnekleridir.

    Kısas-ı enbiya

    Peygamberlerle ilgili kıssaları içeren yapıtların genel adıdır. İlk
    kısas-ı enbiya Kısai’nin 9. yüzyılda yazdığı Kitabü Kısasi’l-Enbiya adlı
    eseridir. Türkçe kısas-ı enbiya kitapları arasında Rabguzi’nin 1310’da
    Çağatay Hanı Termaşir’in emiri Nasuriddin Tokboğa’nın emriyle yazdığı
    Kısasü’l-Enbiya ve Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı-Enbiya ile Tevarih-i
    Hulefa adlı eserleri sayılabilir.

    Siyer

    Hazreti Muhammed’in yaşam öyküsünü ya da halifeler ve hükümdarların
    savaş ve barış dönemlerindeki uygulamalarını, ululararası ilişkileri
    konu edinen düz yazı biçimidir.

      Forum Saati Paz Nis. 28, 2024 2:37 pm