DİVAN SÖZCÜĞÜNÜN TANIM
Divan sözcüğünün sözlük bakımından iki anlamı vardır: Belli bir kalıpla
yazılan ve besteyle okunan şiir türüne divan denir. Kalıp
"fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün" şeklindedir. Divan
sözcüğü, ikinci olarak, divan tarzında şiir yazan sanatçıların
eserlerini topladıkları kitap anlamına gelir. Divan, klasik Türk
müziğinde ise en az üçer kıtalık şiirlerden bestelenen şarkıları
tanımlar. Bu kıtalar birbirlerinden ara nağmelerle ayrılır. Her kıtanın
başında genellikle "ah", "yâr" gibi
bir terennüm sözcüğü eklenir. Kıtalardan biri yer yer ritimsiz okunacak
şekildedir. Bir diğer kıta da "doğaçlama" görüntüsü
vermesi amacıyla tümüyle ritimsiz olarak bestelenir. Divan, aynı zamanda
İslam devletlerinde idari yargı, maliye, askerlik ve yönetimle ilgili
işleri yürüten kurul ve dairelere verilen addır.
Divan şairlerinin eserlerini önceleri serbest, daha sonra belli
bir düzen içinde topladıkları kitaplar divanlar, divançeler ve
hamselerdir. Divan, divançe ve hamseler, yazarlarının adlarıyla
anılırlar. Örneğin Nedîm Divanı, Fuzulî Divanı gibi.
Divan
Şairlerin şiirlerini belli bir düzen içinde topladıkları kitaplardır.
Bir tür antoloji olarak görülebilir. Zamanla divanlarda şiirler belli
bir düzene göre sıralanmaya başladı. Bu elemeye "divan
tertibi" bu tür divanlara da "mürettep divan"
adı verilir. Tam bir divanda sırasıyla, kaside (tevhid, münacat, na't,
medhiye), tarih, musammat, gazel bölümleri yer alır. En sonda da
lugazlar, muammalar, müfredler, azadeler bulunur. Divanda gazeller
kafiye ve rediflerinin son harfinin Arap alfabesindeki sırasına göre
dizilir. Yani elif’ten başlayıp ye harfine kadar. Her harften en az bir
şiir olması şarttır. Ama buna uymayan şairler de olmuştur.
Divançe
Küçük divan anlamındadır. Düzen ve konuları divanlarla aynıdır. Yine
kaside, tarih, musammat, gazel ve kıta sırasını izler. Ama bir divançede
bu bölümlerden en az biri eksik olur. Divançe, belli türleri seven
şairlerin bilinçli bir seçimi olabildiği gibi, bir şairin divan
dolduracak kadar şiir yazamadan ölmesi nedeniyle de oluşabilir. Figânî
ve Fâzlı’nin divançeleri bu türdendir.
Hamse
Bir şairin 5 mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan yapıttır.
Hamse yazarı şairler hamse şairi ya da hamsenüvis diye bilinir. Türk
edebiyatında 16. yüzyılda gelişmeye başladı. İlk hamseyi Çağatay şairi
Ali Şir Nevai yazdı. Divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şair de
Hamdullah Hamdi’dir. Hamse türüne düzyazının girişi ise 17. yüzyılda
gerçekleşti. Nergisi hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır. Çoğunlukla
hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları işleyen
mesnevilere de yer verilir. Hamse sahibi divan yazarları edebi
çevrelerde büyük saygı görürdü.
DİVAN EDEBİYATININ TARİHÇESİ
Divan debiyatı, Türklerin, 13 ve 19’uncu yüzyıllar arasında Anadolu’da
yarattıkları İslam kültürünün ortak özeliklerini yansıtan, geniş ölçüde
Arap ve Fars edebiyatının etkisini taşıyan yazılı edebiyat türüdür.
Ancak divan edebiyatı, Türklerin İslam dinini kabul ettikleri ilk
dönemlerden başlayarak Orta Asya ile Azerbaycan’da ortaya çıkan ve aynı
nitelikleri taşıyan divan edebiyatı ile karıştırılmamalıdır. Divan
edebiyatı tanımı tümüyle Anadolu'ya özgüdür.
Tarihsel süreçte dindışı ve dini tasavvuf olmak üzere iki kolda
gelişti. Şiir ve düzyazı alanındaki en eski örnekler 13. yüzyıldan
kalmıştır.
Divan edebiyatında başlangıcından beri şiir, düz yazıdan daha önde
gitmiş ve daha gelişmiştir. Bunun belki de en önemli nedeni, şiirin
sanatçının yaratıcılığını ortaya koymasına daha uygun olmasıdır. Divan
şiiri, söz ve anlatım sanatlarını kullanarak, yeni manzumlar bularak
okuyucusunu daha kolay etkiler. Düz yazı dalında ise ağır basan, öne
çıkan özellik "öğretici" olmaktır. Bu nedenle anlam
gözardı edilir ve belagat önem kazanır.
Divan edebiyatı yazarlarının beslendikleri kaynaklar, başta dinsel
inançlar, yani İslami inançlar olmak üzere İslami ilimler, İslam
tarihinin olayları, tasavvuf, Hint-İran kökenli söylenceler, peygamber
kıssaları, evliya menkıbeleri, çağın bilimleri, günlük olaylar, gelenek
ve görenekler, terimler, deyimler, atasözleri ile zenginleşen bir
dildir.
Dünyevi ve tanrısal aşk
Divan şiirinde aşk büyük yer tutar. Ama bu aşk hem dünyevi hem de
tasavvufidir. Tasavvufa bağlanan şairin amacı, "mutlak
güzellik" olan "tanrıyı bulmak"tır. Tanrısal
aşk, maddi aşkla başlar. Bir güzele aşık olan şair, duygularını daha
sonra soyutlama yoluyla tanrısal aşka dönüştürerek tanrıya kavuşmak için
çabalar. Aşkı din dışı bir anlayışla işleyen şairlerin şiirlerinde ise
tapınılacak bir varlık olarak kadın önemlidir. Ama bu tür şiirlerde
kadın aşığını sürekli üzmekte, yaşamdan bezdirmektedir.
Dil konusunda Arapça ve Farsça’nın etkisinde kalan divan
edebiyatında sözcükler çok büyük önem taşır. Her sözcük tam anlamıyla ve
yerli yerinde kullanılmalıdır. Divan edebiyatı, anlatım açısından
"belagat kurallarına" sıkı sıkıya bağlıdır. Sanatçılar
ustalıklarını sergileyebilmek için bu kurallara olabildiğince özen
gösterirler.
Şairler, teşbih, istiare, hüsn-i talil, ilham, kinaye, leff ü
neşr, tecahül-ü arif, telmih, mecaz, mecaz-ı mürsel, teşhis ü intak gibi
söz ve anlatım sanatlarını kullanarak özgün şiirler oluşturmaya
çalışır. Divan edebiyatında şiirin estetik kurallarına uymak, çoğu zaman
konu ve içerikten öne geçmiştir.
DİVAN EDEBİYATINDA SANATLAR
Teşbih
Sözü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da
kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır. Örneğin, "Tilki
gibi kurnaz adam" bir teşpihtir. İnsan kurnazlığıyla bilinen
tilkiye benzetilmektedir. Bir teşbih'te dört öğe bulunur:
Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine
benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün
olan. Örneğimizde "tilki".
Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan
nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan. Örneğimizde
"adam".
Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve
kavramlar arasındaki ortak nitelik. Örneğimizde
"kurnazlık".
Edat-ı teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında
benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük. Örneğimizde
"gibi".
Örneğin "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde,
"yol" benzeyen, "yılan" kendisine
benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü,
"gibi" ise benzetme edatıdır.
Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp
kullanılmamasına göre dörde ayrılır:
Dört öğenin de bulunduğu teşbih teşbih-i mufassaldır (ayrıntılı
benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür".
Benzetme yönü bulunmayan teşbih teşbih-i mücmeldir (kısaltılmış
benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibidir". Burada
"güçlülük" vurgulanmamıştır.
Benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i müekkeddir.
(pekiştirilmiş benzetme). Örneğin, "Ahmet kuvvetle
aslandır". Bu teşbihde "gibi" ilgeci
kullanılmamış.
Benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i
beliğdir (yalın benzetme). Örneğin, "Aslan Ahmet."
Mecaz
Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. Anlatımı daha
etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır. Mecaz, söze
güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için
kullanılır. Örneğin:
Kandilli yüzerken uykularda
Mehtabı sürükledik sularda
Yahya Kemal Beyatlı
Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda
sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme,
güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla
kullanılmasına örnektir.
Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır. Sözcük
mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise
herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır.
Mecaz-ı mürsel
Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma
sanatıdır. Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır. Günlük
yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram
arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir. Neden yerine
sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık
gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine
somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza
okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli
türleri vardır.
Telmih
Bilinen bir olay, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma
sanatıdır. Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma
konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir. Divan edebiyatında
özellikle dinsel öyküler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’an
ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur. Örneğin:
Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin
Ey Hudhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin
Nîbî
Şair, ikinci dizedeki "Saba" ile
Süleyman-Belkıs" kıssasını anımsatıyor.
Tecahül-i arif
Bir anlam inceliği yaratmak ya da bir nükte yapmak amacıyla bilinen bir
şeyi bilmezlikten gelme sanatıdır. Tecahül-i arifin özünü oluşturan bu
nükte, dört amaç için yapılmış olabilir. Neşelendirme (tenşid), uyarıda
bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirmek (tehayyür), kendinden
geçişi belirtmek (tedellüh).
Bilinen şey bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir
inceliğe dayandırılır. bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatlarından
da yararlanılır. Örneğin:
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su
Fuzûlî
"Bilmiyorum dönen kubbe mi su rengindedir
Yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır"
Fuzûlî, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyormuş
gibi davranıyor. Gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok olduğunu
(mübalağa) belirtebilmek için tecahül-i arif sanatına başvuruyor.
İstiare
Bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka
şeylerin adıyla anma sanatı. Benzetmenin iki temel öğesi vardır,
benzeyen ve benzetilen. İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle
yapılır.
İstiare üç yönden ele alınır: 1. Benzetme amacı bulunur, 2. Sözcük
gerçek anlamı dışındaki mecaz anlamındadır, 3. Sözcüğün asıl anlamında
kullanılmamasını gerektiren bir durum (karine-i mania) vardır. Örnek:
"Soğuk ay öptü beyaz enseni"
Yahya Kemal Beyatlı
"Ay öpmek" deyişiyle ay canlı bir varlığa
benzetilmiştir. "Öpmek" sözcüğü asıl anlamının dışında
mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Öpmek sözcüğünün asıl anlamının
kullanılmasına olanak yoktur çünkü ayın dudağı olmaz. Şair burada,
istiare sanatıyla anlatımı daha etkili, daha estetik ve heyecanlı hale
getiriyor.
İstiare genel olarak üç çeşide ayrılır. Yalnızca benzeyenin
söylendiği istiareye "açık istiare" (istiare-i
musarraha) denir. Örnek:
"Bir hilâl uğruna yarâb ne güneşler batıyor"
Mehmet Akif Ersoy
Ersoy, benzetilen güneşi söylerken, benzeyen askerden sözetmiyor.
Yalnızca benzetilenin söylendiği istiareye de "kapalı
istiare" (istiare-i mekniye) denir. Örnek:
Her taraf kırık dökük
Dalların boynu bükük
"Kederliyiz" der gibi
Orhan Seyfi Orhon
Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen
insandan sözedilmiyor. Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği
vurgulanıyor.
Benzetmenin temel öğelerinden yalnızca birisiyle çok sayıda
benzerliği sıralayarak yapılan istiareye ise "yaygın
istiare" (istiare-i temsiliye) adı verilir. Örnek:
Bin gemle bağlanan at şaha kalkıyor
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
Son macerayı dinlememiş varsa anlatın
Râm etmek isteyenler o marûr, âsil atın
Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da
Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da...
Coştukça böyle sel gibi bağrındaki hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
Faruk Nafiz Çamlıbel
Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği
sıralıyor.
Hüsn-i talil
Nedeni bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama
yoluyla yapılan edebi sanattır. Hüsn-i tevcih olarak da bilinir. Şiirin
iki dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek
amacını taşır. Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında
mutlaka anolojik bir bağ bulunur. Nedeni bilinen olay güya, sanki, acep,
acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür hüsn-i
talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir. Örnek:
Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen
Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece
Ahmedî
"Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi
Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş."
Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme
ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor.
Leff ü neşr
Bir beyitte birbirleriyle ilgili sözcüklerin sıralanmasıyla yapılan ve
divan şiirinde çok sık kullanılan edebi sanattır. Şiirin ikinci
dizesinde birinci dizede söylenmiş en az iki şeyle ilgili benzerlik ve
karşılıklar verilerek uygulanır.
Sözcüklerin birinci ve ikinci dizede belli bir sıra gözetilerek
söylenmesine leff ü neşr-i müretteb (düzenli leff ü neşr) denir. Örnek:
Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü
Ârzûmend ruh-i leb-i handânınem
Fuzûlî
"Kederli gönlümü gonca memnun etmez, gül sevindirmez
Çünkü ben ben bunları değil al yanağını ve gülen dudağını
istiyorum"
Gonca, yanak karşılığı ruh ve gül dudak karşılığı leb
sözcükleriyle ilgilidir. Fuzûlî, burada düzenli leff ü neşr yapıyor.
Birinci beytin ikinci dizesinde, birinci dizede söylenenlerle
ilgili sözcüklerin ters bir sıra izlenmesiyle ya da karışık olarak
bulunmasıyla yapılan leff ü neşr'e ise leff ü neşr-i gayr'i müretteb ya
da leff ü neşr'i müşevveş (düzensiz leff ü neşr) denilir. Örnek:
Yürürem hâsret-i zülf ü meh-rûlar ile
Gündüzin gussalar ile gice kaygular ile
Meâlî
"Sevgilinin saçının ve ay yüzlü yanağının hasretiyle
Gündüz kederli gece kaygılı gezerim"
Saç anlamına gelen zülf geceyle, yanak anlamına gelen ruh gündüzle
ilgilidir. Birinci ve ikinci sözcüğe karşılık ikinci ve birinci
sözcükler sıralanarak düzensiz leff ü neşr yapılıyor.
Kinaye
Bir sözü aynı zamanda hem gerçek hem de mecazi anlamıyla kullanma
sanatıdır. Sözün açık söylenmesinin hoş olmadığı durumlarda alay, şaka,
sitem amacıyla kullanılır. Bu kullanışta sözün geçek anlamından bir
sonuç çıksa da geçerli olan mecazi anlamıdır. Örneğin Şeyhülislam
Yahyâ’nın, "Dilber gelince bezme yüzü güldü aşıkın"
dizesinde bir kişinin gerçek yüzünün gülmesini anlamaya bir engel yok.
Ama asıl anlatılmak istenen aşığın çok sevinmiş olmasıdır (mecazi
anlam).
Türkçe deyimlerin çoğu mecazi anlamlarıyla kullanıldığı için
kinayedir. Kinayede sözün başka bir anlama gelmesi olasılığı yoksa bu
türe "kinaye-i karibe" (yakın kinaye) denir. Eğer
sözün anlamı gizleniyorsa kinaye "kinaye-i baide" uzak
kinaye) olarak adlandırılır. Nitelenen tek özelliği belirten kinayeye
"kinaye-i müfrede" (tek kinaye), birkaç özelliği
birden belirten kinayeye de "kinaye-i mürekkebe"
(birleşik kinaye) adı verilir. Örnek:
Bulamadım dünyada gönüle mekan
Nerde bir gül bitse etrafı diken
Sümmanî
Gül ve diken hem gerçek hem mecazi anlamlarıyla kullanılıyor.
Ancak asıl kastedilen mecazi anlamları. Şair hem birleşik kinaye hem
uzak kinaye yapıyor.
Tariz
Birini küçük düşürmek ya da biriyle alay etmek amacıyla söylenecek sözü
tam tersi bir sözle nükte yaparak anlatma sanatıdır. Tariz de gerçek ya
da mecaz anlam yerine doğrudan zıt bir anlam kullanılması söz konusudur.
Teşhis-ü intak
Cansız varlıkları, ya da hayvanları kişiler gibi davrandırma,
canlandırma, konuşturma, onlara duygu ve hareket gibi nitelikler
kazandırma sanatıdır. İnsan dışındaki calı varlık ya da hayvanlara insan
özelliği verilmesine teşhis, onların konuşturulmasına ise intak denir.
Teşhis ve intak daha çok fabllara kullanılır. Teşhise örnek:
Mahmur uyanır gölgede binlerce ziyâlar
Çöller düşünür, gün düşünür, gölgeler ağlar
Emin Bülend Serdaroğlu
Şair, ışığı uyandırıyor, çöller ve günü düşündürüyor, gölgeleri
ağlatıyor. Bunların hepsi insan özellikleri. Üst üste teşhis sanatı
yapıyor.
DİVAN EDEBİYATINDA KONULAR
Divan şiiri konu bakımından çok çeşitlidir. Genel tanımdan da
anlaşılacağı gibi öncelikle din dışı ve dini şiir olmak üzere ikiye
ayrılır. Din dışı şiirde başlıca türler şöyle sıralanabilir: Bahariye,
cemreviye, dariye, fahriye, iydiye, medhiye, mersiye, gazavatname,
sakiname, hamamname, sahilname, kıyafetname, surname, lugaz, muamma,
hicviye, hezliyat, tarih düşürme ve şehrengiz. Dini-tasavvuf şiirinin
türleri de şöyledir: Tevhid, münacat, na't, maktel-i Hüseyin, miraciye,
hilye, mevlid, kırk hadis, menkıbname.
Din dışı düzyazı türleri: Tezkire, tarih, seyahatname,
siyasetname, münşeat, sefaretname.
Dini-tasavvufi düz yazı türleri: Evliya tezkiresi, kısas-ı enbiya,
siyer.
Divan hikayelerinde hem şiir hem düzyazı örnekleri kullanılır.
Hikayeler dinsel ve destansaldır. Çift ya da tek kahramanlı aşk
hikayeleri ve temsili hikayeler de çokça yazılmıştır.
DİVAN ŞİİRİNDE ARUZ ÖLÇÜSÜ
Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur. Aruz’da açık ve
kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde
sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak
zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline
dayanan şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed
tarafından kullanıldı. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra
medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak
benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağladı.
Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler
çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler
çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan
yana geliş biçimlerine göre, fâilâtün, fâilün, mefâilün ve benzeri
değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu
kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan
kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman
uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma
imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) adı verilir. Zihaf, aruzda
kusur sayılır.
Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki gibi duraklar yoktur. Dizelerdeki
hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa
uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen
sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki
sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz
harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl yani
ulama denir.
DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
a. Biçimlerine göre
Divan şiiri, nazım biçimleri bakımından zengindir. Nazım biçimleri beyit
ve bend temeline dayanır. Beyit temeline dayananlar
"aynı" ve "ayrı" uyaklı (kafiyeli)
olmak üzere ikiye ayrılır. Aynı uyaklıların başlıcaları
"gazel", "kaside" ve
"müstezat"tır. Ayrı uyaklı tek nazım biçimi ise
"mesnevi".
Bend’lerden oluşan nazım biçimleri de tek bendli ve çok bendli
olarak ikiye ayrılır. Tek bendliler "rubai" ve
"tuyuğ", çok bendliler ise
"musammat" ana başlığı altında toplanan
"murabba", "şarkı",
"muhammes", "tahmis",
"tardiye", "tasdir",
"müseddes", "tesdis",
"müsebba", "tesbi",
"müsemmen", "tesmin",
"muaşşer", "taşir",
"terkib-i bend", "terci-i bend"dir.
Bunun dışında "müfred" (tek beyit) ve
"azade" de (tek mısra) anılabilir.
Uyak (kafiye)
Şiirde dize sonlarındaki ses benzerliğidir. Türk halk şiirinde ayak
olarak adlandırılır. Uyakta ses açısından benzeşen sözcüklerin anlam
bakımından farklı olmaları gerekir. Şiirde ses benzerliği yoluyla uyum
sağlamak ve genellikle okuru etkilemek amacıyla kullanılan uyak, sözlü
edebiyat ürünlerinde hatırlamayı ve ezberi kolaylaştıran bir öğedir.
Ses benzerliğinin niteliğine göre uyaklar çeşitli türlere ayrılır.
Yalnızca bir ünsüzün (sessiz) benzeştiği uyaklara "yarım
uyak" denir. En az bir hecedeki ünlü (sesli) ve ünsüzün
benzediği uyaklara "tam uyak" ya da "yalın
uyak" adı verilir. Birden fazla hece arasındaki ses benzerliği
ise "zengin uyak"tır. Yazılış ve söylenişleri aynı
olduğu halde, anlamları farklı olan sesiz sözcüklerle ya da bu
sözcüklerin yan yana gelmesiyle yaratılan ses karmaşası sonucu ortaya
çıkan benzerliğe "cinaslı uyak" denir. Uyak, divan
edebiyatında aruz kadar büyük önem taşır. Divan şiirini belirleyen temel
ilkelerden biri uyak düzenidir.
Beyit
Şiirde sonları uyaklı, iki dizeden oluşan, kendi içinde bağımsız bir
yapısı ve anlam bütünlüğü bulunan birimdir. Bir beytin her dizesi kendi
içinde bir bütün olabildiği gibi, birinci dizedeki anlam ikinci dizede
de sürebilir. Beyit uzun şiirlerde anlatım birimi olarak sık kullanılır.
Güçlü ve özlü söyleyişlere uygun olduğu için bağımsız tek bir şiir
olarak da yazılabilir. Ya da başka şiir biçimlerinin bir parçası olarak
ele alınabilir. Divan edebiyatı beyit temeline dayalıdır.
Divan edebiyatında, bir beyitteki iki dize kendi içinde iki
parçaya ayrılır. Birinci dizenin ilk parçasına sadr, son parçasına aruz
ya da harb denir. İkinci dizenin ilk parçası ibtida, son parçası acz ya
da darb'dir. Sadr ile aruz, ibtida ile acz arasında kalan bölüm haşv
olarak isimlendirilir. Uyaklı bir beyite "beyt-i
musarra", uyaksız olanlara "ferd" ya da
"müfred" denir. Divanlarda müfredler müfredat adıyla
ayrı bir bölümde toplanır. Uyaklı beyitlerin olduğu bölüme de
"metali" denir. Örnek beyit:
Biz bülbül-i muhrik-dem-i şevkâ-yı firaakız
Âteş kesilür geçse sabâ gül-şenimizden
Selimî (Padişah 2’nci Selim)
Mısra (dize)
Manzum edebiyat yapıtlarının her bir satırına verilen isimdir. Bir
ölçüye uygun olarak söylenmiş beytin yarısına da mısra denir. En küçük
anlamlı nazım birimi olan mısra, bir şiirin parçası olabileceği gibi,
bağımsız bir bütün de olabilir. Yani tek mısralık şiirler de olabilir.
Divan edebiyatında kendi içinde bir bütün oluşturan mısralara mısra-i
azade (bağımsız mısra) adı verilir. Ayrıca bir beyitin birbirinin
anlamlarını tamamlayan ya da aralarındaki anlam bağı kesin olmayan
mısralarına da aynı isim verilir. Yetkinliği, sağlam yapısı, özlü ve
çarpıcı anlatımıyla dikkat çeken, her zaman kolayca anımsanabilen,
dilden dile dolaşan mısralara "mısra-i berceste" ya da
şah-mısra denir.
Bend (kıta)
Şiirde iki ya da daha çok mısradan oluşan birimdir. Şiirin içeriği ve
biçimine göre düzenlenir. Kıtanın yapısını şiirin ölçüsü, uyak düzeni ve
mısra sayısı belirler. İki beyitlik kıtalara divan şiirinde rubai, halk
şiirinde dörtlük denir. Bu tür kıtaların uyak (kafiye düzeni) birinci
ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir
(yani ab cb şeklinde.) Bazen birinci ve üçüncü mısralar kendi
aralarında, ikinci ve dördüncü mısralar da kendi aralarında uyaklı (yani
ab ab) şeklinde de olabilir. Birinci, ikinci ve dördüncü mısraları
kafiyeli (yani aaba şeklinde) olan kıtalara nazım denir. Murabba,
muhammes, şarkı gibi nazım biçimlerinin her bendi parça anlamında kıta
diye adlandırılır.
Divan şiirinde kıta mahlassız (imzasız) şiirdir ve mısraları
arasında anlam bütünlüğü vardır. Bir düşünceyi, hikmeti, nükteyi,
yergiyi, övgüyü, yaşam anlayışını konu edinebilir. Beyit sayısı ikiden
fazla olan kıtalara "kıta-i kebire" denir. Divanlar
düzenlenirken kıtalara en sonda bağımsız şiirler olar yer verilir. Bu
bölüme de "mukattaat" denir.
Mesnevi
Bu şiir türünün geniş tanımını [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
"edebiyat" bölümünde bulabilirsiniz.
Kaside
Daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
Kaside şairlerine kaside-gü (kaside söyleyen), kaside-sera ya da
kaside-perdaz (kaside yazan) denir. Kaside 6 bölümden oluşur:
Birinci bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, aşıkane duygular
yer alıyorsa "nesib", bahar, doğa, bayram gibi
konulara değiniliyorsa "teşbib" adı verilir.
İkinci bölüm girizgah ya da girizdir. Genellikle tek beyitten
oluşur ve burada şair medhiyeye (övgüye) geçeceğini bildirir. Girizgah
konuya uygun ve nükteli olmalıdır.
Üçüncü bölüm medhiyedir. Bu bölümde asıl konu anlatılır. Beyit
sayısı konuya ve şaire göre değişen medhiye bölümü kasidenin en sanatlı
beyitlerini içerir.
Kasidenin dördüncü bölümü tegazzüldür. Tegazzül, 5-12 beyit
arasında değişir. Kasidenin başında ya da sonunda yer alabilir. Bu bölüm
her kasidede bulunmayabilir.
Beşinci bölüm fahriyedir. Şair bu bölümde de kendisini över.
Kasidenin son bölümü duadır. Bu bölümde önceki beyitlerde övgüsü
yapılan kişi için dua edilir.
Kasideler, nesib bölümünde ele alınan konuya göre göre kaside-i
bahariyye, kaside-i ramazaniyye, kaside-i hammamiyye olarak
adlandırılır. Uyaklarına göre r harfi ile bitiyorsa kaside-i raiyye, l
harfiyle bitiyorsa kaside-i lamiyye, m harfiyle bitiyorsa kaside-i
mimiyye diye anlandırılır. Rediflerine göre de, tevhid, münacaat,
methiye diye bölümlenir. Kasidenin en güzel beyiti "beyt-ül
kaside"dir. Şairin adının geçtiği beyite ise "tac
beyit" denir.
Gazel
Divan edebiyatının en yaygın kullanılan nazım biçimidir. Önceleri Arap
edebiyatında kasidenin tegaüzzül adı verilen bir bölümü iken sonra ayrı
bir biçim halinde gelişmiştir. Gazelin beyit sayısı 5-15 arasında
değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel
gazel denilir. Gazelin ilk beyti "matla", son beyti
ise "makta" adını alır.
Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır (musarra).
Sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest ikinci dizeleri ilk beyitle
uyaklı olur. Birden fazla mussarra beytin bulunduğu gazel
"zü'l-metali", her beyti musarra olan gazel ise
"müselsel" gazel adıyla bilinir. İlk beyitten sonraki
beyte "hüsn-i matla" (ilk beyitten güzel olması
gerekir), son beyitten öncekine "hüsn-i makta" (son
beyitten güzel olmalı gerekir) denir.
Gazelin en güzel beyti ise "beytü'l-gazel" ya da
"şah beyit" adıyla anılır. Bunun yeri ya da sırası
önemli değildir. Bazı gazellerin matlasını oluşturan dizelerden birinci
ya da ikincisinin matlasının ikinci dizesi olarak yenilenmesine
"redd'i-matla" denir. Şair mahlasını (şairin takma
adı, ya da tanındığı ad) maktada ya da "hüsn-i"
maktada söyler. Bu durumda beyit ikinci bir adla "mahlas
beyti" ya da "mahlashane" olarak anılır.
Şairin mahlasını tevriyeli kullanmasına "hüsn-i
tahallüs" denir.
Dize ortalarında uyak bulunan gazele musammat, sonu getirilmemiş
ya da beyit sayısı 5’in altında bulunan gazellere de
"natamam" gazel denir. Başka şairlerin birkaç dize
ekleyerek bend biçimine dönüştürdüğü gazellere
"tahmis", "terbi" adı verilir. Bütün
beyitlerinde aynı düşüncenin ele alındığı gazeller "yekahenk
gazel", her beyti öncekinden ustalıklı biçimde söylenmiş
gazeller de "yekavaz gazel" olarak adlandırılır.
Gazeller konularına göre de çeşitli isimlerle tanımlanır. Aşka
ilişkin acı, mutluluk gibi içli duyguların dile getirildiği gazeller
"aşıkane", içki, yaşama boş verme, yaşamdan zevk alma
gibi konularda yazılanlara "rindane" denir. Aşıkane
gazellere en iyi örnek Fuzûlî’nin gazelleri, rindane gazellere en iyi
örnek ise Bâkî’nin gazelleridir. Kadınları ve ten zevklerini konu edinen
gazeller ise, örneğin Nedîm’in gazelleri, "şuhane",
öğretici nitelikli gazellere, örneğin Nâbî’nin gazelleri,
"hakimane gazel" denir.
Gazeller eskiden bestelenerek okunurdu. Özelikle bestelenmek için
yazılmış gazeller de vardır. Gazelleri makamla okuyan kişilere
"gazelhan", gazel yazan usta şairlere ise
"gazelsera" adı verilir.
Gazel, Türk müziğinde ise şiirin bir hanende tarafından doğaçtan
seslendirilmesidir. Sesle taksim olarak da bilinir.
Rubai
Kendine özgü bir ölçüsü olan 4 dizelik (mısralık) nazım birimidir.
Rubailerde birinci, ikinci, dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dize
serbesttir. İki beyitlik kıtalar biçiminde yazılmış rubailer de vardır.
Her dizesi birbiriyle uyaklı rubailere "rubai-i
musarra" ya da "terane" adı verilir. Rubainin
aruzun hezec bahrinden 24 kalıbı bulunur. Bunlardan mef'ûlü birimiyle
başlayan 12 kalıba "ahreb", mef'ûlün birimiyle
başlayan öbür 12 kalıba da "ahrem" denir. Kalıpların
sonu "faül" ya da "fa" birimiyle
biter.
Rubainin her dizesi ayrı bir ölçüde olabildiği gibi, dört dizesi
de aynı ölçüde olabilir. Türk divan şiirinde daha çok ahreb kalıbına
rastlanır. Rubailer genellikle mahlassız şiirlerdir. Ve divan
şairlerinin divanlarının sonunda rubaiyyat başlığı altında sıralanırlar.
Bu türün tartışmasız en büyük şairi Ömer Hayyam’dır.
Türk edebiyatında Mevlana’nın Farsça yazdığı felsefi rubiler bu
türün hızla yayılmasına neden oldu. Kara Fazlî, Fuzûlî 16. yüzyılda bu
türün en usta örneklerini verdiler. Divan edebiyatında 17. yüzyıl
rubainin altın çağı oldu. Azamizade Haletî, yazdığı bin kadar rubai ile
en büyük Osmanlı rubai şairi olarak tanındı. Cumhuriyet döneminin en
büyük rubai ustası ise Yahya Kemal Beyatlı’dır.
Musammat
Ayrı bir nazım biçimi olmamakla birlikte gazeil ve bazı kasidelere
uygulanan bir tekniktir, Bendlerden kurulu nazım biçimlerine (murabba,
muhammes, müseddes, müsebba, müsemmem, mütessa, muaşşer, terbi, tahmis,
taşdir, tesdis, tesbi, tesmin, tes-i, taşir, terkib-i bend ve terci-i
bend) verilen genel addır. İlk bende geçen dize ya da beyitlerin, öbür
bendlerin sonunda aynen yinelenmesiyle düzenlenen musammatlara
mütekerrir musammat denir. İlk benddeki dize ya da beyitlerin, öbür öbür
bendlerin sonundaki dize ve beyitlerle yalnızca uyak bakımından
uyuşması durumunda musammat müzdevic musammat adını alır.
Terci-i bend / terkib-i bend
Uyakları gazel biçiminde düzenlenmiş "hane" adı
verilen 5-10 beyitlik şiir parçalarının (genellikle 5-12 hane)
"vasıta" denen ve sürekli yinelenen bir beyit ile
birbirine bağlanmasından oluşan nazım biçimidir. Vasıta beyitinin her
hanenin sonunda değişmesi durumunda şiir terkib-i bend olur.
Müsemmem
Sekiz dizeden oluşan bendler halinde yazılmış musammatlardır. Az
kullanılmıştır. Divan edebiyatında en bilineni Şeyh Galib'in Esrâr
Dede'nin ölümü üzerine yazdığı mersiyedir.
Tuyuğ
Halk edebiyatındaki mani türüne benzer tarzda yazılmış musammatlardır.
Tuyuk da denir. Çoğunlukla her beytinin birinci ikinci ve dördüncü
dizeleri uyaklıdır. Sadece Türklere özgüdür. Aruzun sadece fâilâtün
fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılması nedeniyle rubai'den ayrılır. Bazen
dört mısra birbiriyle kafiyeli olabilir.
Tahmis
Bir gazelin her iki dizesinin başına aynı ölçüde üç dize ekleyerek
oluşturulan nazım biçimidir. Tahmis genellikle başka bir şairin gazeline
yapılırsa da, kendi gazellerinden tahmis oluşturan şairler de vardır.
Başarılı bir tahmis'te asıl beyit ile eklenen dizeler anlam bakımından
kaynaşmış olmalıdır. Başa eklenen üçer mısra gazelin matlası ile aynı
kafiyede olur. Diğer beyitlere eklenen üçer mısra ise o beyitlerin ilk
mısraları ile kafiyelidir.
Tardiye
Beş dizelik bentlerden oluşan musammat türüdür
Taşdir
Tahmisin değişik bir şeklidir. Tahmiste bir başka şairin gazelinin her
beytinin başına üç dize eklenirken, taşirde her beytin iki mısrasının
arasına üç mısra eklenir. Taşdire "mutarraf tahmis" de
denir.
Tesdis
Terbî ve tahmise benzer. Ancak başka bir şairin yazdığı bir gazelin her
beytinin üzerine dört dize daha ekleyerek altılı beyitler haline
getirilmesiyle oluşur. Tesdis tek bir beyite de uygulanabilir. Divan
edebiyatında çok az kullanılmıştır. Tahmis türünde olduğu gibi
genellikle eksik gazellere uygulanır.
Tesbi
Bir başka şairin bir gazelin her beytinin matlasına 5 dize daha
eklenerek yedili beyitler haline getirilmesiyle kurulur. Tahmis ve
tesdis türünde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır. Tesbi
de eklenen dizelerin kafiyesi, mevcut dizelerle aynıdır.
Taşir
İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 8 dize daha ekleyerek
10'lu beyitler haline getirilmiş gazel türüdür. Tahmis ve tesdis
türlerinde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.
Tezmin
İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 6 dize daha ekleyerek
8’li beyitler haline getirilmesidir. Tahmis ve tesdis türlerinde olduğu
gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.
Muaşşer
Aynı ölçüde onar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin
on dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin ise ilk iki dizesi ilk bend
ile uyaklıdır. İlk beytin son bendinin her bendin sonunda aynen
yinelendiği muaşşerlere "mütekerrir muaşşer" denir.
Bendlerin son beytinin ilk bendin uyağına uygun olarak her bendde
değişmesiyle yazılan muaşşerler ise "müzdeviç muaşşer"
adıyla tanımlanır.
Muhammes
Aynı ölçüdeki beşer dizelik bendlerden oluşa nazım biçimi. İlk bendin 5
dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son bir ya da iki dizesi ilk
bend ile uyaklıdır. Son bir ya da iki dize, her bendin sonunda aynen
tekrarlanıyorsa bu muhammese "mütekerrir muhammes", bu
dizelerin ilk bend ile yalnızca uyak yönünden uyuştuğu muhammeslere ise
"müzdeviç muhammes" adı verilir. Bend sayısı 4-8
arasında değişir. Muhammeslerde çoğunlukla felsefi düşünceler, tasavvuf
konuları ele alınır.
Murabba
Aynı ölçüde dörder dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir.
Murabbalarda ilk bendin dört dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son
dizesi ilk bendle uyaklıdır. Son dizenin her bendin sonunda aynen
yinelendiği murabbalara "mütekerrir murabba" denir.
Her bendin son dizesi ilk bendle yalnızca uyak açısından benzeşiyorsa
murabba "müzdeviç murabba" diye tanımlanır.
Murabbaların uzunlukları 4-8 bend arasında değişir. Konuları çoğunlukla
dinsel ve didaktiktir. Övgü, yergi, manzum, mektup, mersiye gibi
türlerde yazılmışlardır. Murabbalarda her vezin kalıbı kullanılabilir.
Halk edebiyatımızdaki koşmalara benzerler.
Müseddes
Aynı ölçüde altışar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk
bendin bütün dizeleri birbirleriyle, sonraki bendlerin bir ya da iki
dizesi ilk bend ile uyaklıdır. İlk bendin son ya da son iki dizesi her
bendin sonunda yinelenirse "mütekerrir müseddes",
sonraki bendler ile ilk bend yalnızca uyak yönünden benziyorsa
"müzdeviç müseddes" adını alır. Müseddeslerin uzunluğu
5-8 bend arasında değişir. Konuları tasavvuf ve felsefedir.
Müstezat
Arapça ziyade sözcüğünden gelir. Bir gazelin her dizesine bir kısa dize
ekleyerek oluşturulan şiir biçimidir. Çoğunlukla aruzun
"mef’ulü/ mefailü/ mefailü/ feulün kalıbı kullanılarak
yazılırlar. Her dizeden sonra bu kalıbın ilk ve son birimleri olan
mef’ulü/ feûlün kalıbına uygun bir kısa dize söylenir. Eklenen bu kısa
dizeye ziyade denir. Ziyadeler dizeden sayılmadığı için iki uzun iki
kısa dizeden oluşan 4 dize bir beyit sayılır. Kısa dizeler okunsa da
okunmasa da beytin anlamı bir bütün oluşturur. Ziyadesi bir satırdan
fazla olan müstezatlar da vardır. Tez ziyadeli müstezatlara
"sade" çitf ziyadeli olanlara ise
"çift" adı verilir.
Şarkı
Divan şiirinde bestelenmeye uygun ölçü kalıpları ile yazılan ve
çoğunlukla 4 dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. Dörtlüklerden
kurulan musammat da denebilir. Murabbaya benzer. 5 ya da 6 dizelik
bendlerden de oluşabilir. Üçüncü dizeye meyan adı verilir. Ve bu dizenin
anlam bakımından daha özlü olmasına dikkat edilir. Dördüncü dizeye ise
nakarat denir. Aşk, sevgili, ayrılık, içki, eğlence gibi konularda
yazılır. Divan edebiyatının ilk şarkı yazarı Naîlî-i Kadîm’dir. 28
şarkısıyla Nedîm de bu türün en güzel örneklerini vermiştir.
b. Konularına göre nazım-nesir türleri
Din dışı şiir türleri
Bahariye
Baharın gelişini, doğadaki değişimleri, çiçeklerin açmasını,
kelebeklerin uçmasını konu edinen kasidelerdir. Dönemlerindeki büyük
kişilere sunulup ödüllendirilmek için yazılırlar. Hemen her divanda bir
bahariye bulunması geleneği vardır. Hemen her divan şairinin de bir
bahariyesi vardır.
Cemreviye
Divan şairlerinin cemre düşmesi nedeniyle dönemlerindeki büyük kişilere
sunmak için kaleme aldıkları kaside türüdür. Örneklerine az rastlanır.
Cemrenin bahar müjdecisi olması nedeniyle bir bahariye niteliği de
taşır. Cemreviyelere genellikle teşbib ile başlanır. Kasidenin diğer
bölümlerinde bir değişiklik yapılmaz.
Fahriye
Divan şairlerinin kendilerini ya da bir başka şair ya da kişiyi
övdükleri şiirlerdir. Genellikle kaside türünde yazılırlar. Fahriye aynı
zamanda kasidelerde şairlerin kendileriini övdükleri beyitlerin
bulunduğu beşinci bölüme verilen isimdir.
Mersiye
Bir ölünün ardından duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak, ölen kişiyi övmek
amacıyla kalema alınan düzyazı ya da şiirdir. Kutsal günlerde, ölüm
törenlerinde mersiye okuyan kişiye de mersiyehan denir. Lirik bir
anlatımın egemen olduğu manzum mersiyeler genellikle terkib-i bend
biçiminde yazılır. Ayrıca kaside ve terci-i bend biçiminde yazılmış
manzum mersiyeler de vardır. Yahyâ Bey, Sami Fünûnî, Rahmî, Fazlî,
Nisîyi, Müdâmi’nin, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa için
yazdıkları mersiyeler gibi. Ayrıca savaşlarda kaybedilen yerler için
yazılan mersiyelere "vatan mersiyesi" denir.
Hayvanların ölümü için yazılmış mersiyeler de vardır.
Medhiye
Bir kimseyi övmek için genellikle kaside biçiminde yazılan şiir ya da
düzyazıdır. Az olmakla birlikte gazel, mesnevi, musammad gibi nazım
biçimlerinde mediyeler de vardır. Padişah, vezir, şeyhülislam gibi
devlet ileri gelenleri ya da halifelerle, başka din ve tarikat büyükleri
için yazılmışlardır. Bu türün en güzel örneğini Nef’î vermiştir.
Gazavatname
Gazaname olarak da bilinir. Ordunun akınlarını, savaşları,
kahramanlıkları, zaferleri anlatılan düz yazı ya da şiir biçimindeki
edebi türdür. Arap edebiyatında "magazi" diye bilinir.
Türk edebiyatında ilk gazavatname örnekleri 15. yüzyılda yazılmaya
başlanmıştır. Kâşîfi’nin Gazaname-i Rum’u bu türün örnekleri
arasındadır.
Sahilname
Divan şairlerinin İstanbul kıyıları ile buralardaki yerleşim yerlerini,
yaşayış biçimlerini anlattıkları şiirlerinin genel adıdır. Örneklerine
az rastlanır. Genellikle mesnevi biçiminde yazılmışlardır.
Sâkiname
Divan edebiyatında gerçek ya da mecaz anlamıyla içki ve içki alemlerinin
övülerek anlatıldığı şiir türü. Mesnevilerin bölüm sonlarında bazen
sakiname başlığıyla iki beyitlik küçük parçalar olarak yer alır. Türk
edebiyatında 17. yüzyılda büyük gelişme gösteren sakinamelerin ilk
örneğini İşretname adlı yapıtıyla Revânî vermiştir.
Kıyafetname
İnsanların fiziksel görünümlerini esas alarak karakterlerini açıklamaya
çalışan eselerdir. Bu türün kıyafet bilimiyle uğraşanlarına
"kayif" ya da "kıyafetşinas" adı
verilir. Divan edebiyatında kıyafetnamenin ilk örneği Hamdullah
Hamdi’nin ünlü Kıyafetname adlı eseridir. Bu eserde renk, boy, yanak,
saç, çene, sakal, parmak gibi 26 başlık altında karakter tahlilleri yer
alır. Nesîmi’nin Kıyafet-ül Firase’si de önemli bir örnektir.
Surname
Şehzadelerin sünnet, kadın sultanların evlenmeleri nedeniyle yazılan
şiir ya da düzyazı biçimindeki eserlerdir. Yazıldıkları dönemin
toplumsal yaşamına ilişkin bilgiler de verdikleri için tarihi bir
özellik taşırlar. Genellikle mesnevi ya da kaside türündedirler.
Figani’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın oğullarının sünnetini anlattığı
Suriyye Kasidesi türün en iyi örneğidir.
Hamamname
Hamamları, hamam eğlence ve sohbetlerini, hamamdaki güzelleri betimlemek
için yazılan kaside, gazel, mesnevi gibi nazım eserlerdir. Divan
edebiyatına ilk kez Deli Birader lakabıyla tanınan Gâzalî’nin
Beşiktaş’taki bir hamamı anlatan şiiri ile girmiştir.
Şehrengiz
Bir kenti ve o kentin güzelliklerini anlatan eserlerdir. Daha çok klasik
mesnevi biçiminde kaleme alınan bu yapıtlar tevhid, münacaat, na't gibi
bölümlerle başlar. Daha sonra kentle ilgili bilgiler verilir ve kente
övgü düzülür. Bazen bahar ve doğa betimlemeleri yapıldıktan sonra kentin
güzellikleriyle ilgili beyitlere geçilir. Divan edebiyatında ilk
şehrengizi yazan Priştineli Mesihi’dir.
Hicviye
Bir kişiyi, kurumu, toplumsal olayı, geleneği yeren söz, düzyazı ya da
şiir türüne verilen addır. Hicviye, gazel, kaside, murabba, muhammes
gibi nazım biçimleriyle yazılmıştır. Divan edebiyatında en önemli
hicviyelerden biri Nef’î’nin Siham-ı Kaza’sıdır.
ÖRNEK:
KITA
Şimdi hayl-i suhan-verân içre
Nef’î mânendi var mı bir şair
Sözleri Seba-i Muallâka’dır
İmrülkays kendidir kâfir
Şeyhüslam Yahyâ
(Şair, "şairler içinde Nef’î'nin bir eşi yoktur. Onun şiirleri
Kabe’nin duvarlarına asılan şiirler gibi güzeldir ve sanki o kafir,
İmrülkays’ın ta kendisidir" diyor. Kafir aynı zamanda beğenmeyi
ifade eder. Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi över gibi görünüyor ama
"Seba-i Muallâka" Kabe henüz putperestlerin elinde
iken oraya asılan şiirlerdir. İmrülkays ise şiirleri Kabe’de asılı ve
müslüman olmayan bir şair. Sonuçta Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi
"kafirlikle" suçluyor.)
KITA
Bize kâfir demiş mütfî efendi
Tutalım ben anca diyem Müselmân
Varılınca yarın Rûz-i Cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalan
Nef’î
(Nef’i de bu kıtayla Şeyhülislam Yahyâ’ya yanıt veriyor. "Müftü
efendi bana kafir demiş. Tutalım ben de ona Müslüman diyeyim. Ama yarın
Rûz-i Ceza’da ikimiz de yalancı çıkarız. Çünkü kafir olan
kendisidir.")
Hezliyat
Alaylı bir dille kaleme alınmış nazım türüdür. Kaba şakalara,
taşlamalara ve sövgülere yer verilir. Hezeliyat olarak da bilinir.
Hezliyatta zarif bir nükte ya da güzel bir manzum bulunur. Konu şakayla
karışık alaylı bir dille anlatılır. Nev’izade Atai’nin Bahayi-i Küfri
eseri bu türün örneğidir. Bayburtlu Zihni’de hezliyatın usta
şairlerindendir.
Tarih düşürme
Önem verilen bir olayın, yılını göstermek üzere ebced hesabıyla bir
cümle, biz dize ya da beyit söyleme sanatıdır. Tarih dizesinin bütün
harfleri hesaplanarak söylenenlere tarih-i tam, yalnız noktalı harfler
hesaplanacaksa tarih-i mücevher, yalnız noktasız harfler esas alınacaksa
tarih-i mühmel denir. Bazen dizedeki harflerin sayı değerlerinin
toplamı tarihi tam olarak göstermez. Bu tür tarihlere de tamiyeli tarih
denir.
Muamma
Belli kurallara göre düzenlenip çözülebilen ve yanıtı tanrının
sıfatlarından biri ya da bir insan adı olan manzum bilmecedir. Muamma
beyit, kıta gibi küçük nazım biçimleriyle yazılır. Ama mesnevi
parçalarıyla yazılmış muammalara da rastlanır. Ali Şir Nevai, Fuzûlî,
Nâbî, Kınalızade Ali Efendi, Sümbülzade Vehbi ve Fitnat Hanım’ın yazdığı
çok sayıda muamma vardır. Edirneli Emrî Çelebi ise 600'den fazla
muammasıyla bu alanın en ünlü şairidir. Örnek:
Bende yok sabr ü sükûn sende vefâdan zerre
İki yoktan na çıkar fikr idelim bir kerre
Nâbî
(Bu beyitte yok anlamına gelen iki edat var. Bunlar
"nâ" ve "bî". Bu edatlar bize
beyitteki ismi veriyor. Yani Nâbî.)
Lugaz
Herhangi bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan
manzum bilmecedir. Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur.
Muamma’dan farkı konusunun daha geniş olmasıdır. Çoğunlukla soru
biçiminde düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin
ipuçlarının bulunmasıdır. Divanların son bölümlerine konur. Eğlendirici
ve öğretici olanların yanısıra öğretici ve dinsel lugazlar da vardır.
Lugazlar yazarlarının imzasını taşıdığından halk edebiyatındaki
bilmeceden ayrılır. Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne
gördüm", "Ol nedir kimdir" ya da
"Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar.
Örnek:
Nedir kim ol iki yüzlü münâfık
Nümâyan çihresinde levn-i âşık
Gezer dünyayı hem bî-dest ü pâdır
Mukim-i hâne-i ehl-i gınâdır
Teâl-Allah nedir anda bu kudret
Yemez içmez virir dünyaya nî’met
Gehi Müslim kıyâfetle be-didâr
Gehi şekl-i firengide nümûdâr
Kırılsa pâre pâre olsa amma
Zarar gelmez ana bir türlü kat’â
Yatar zir-i zemînde hâke yek-sân
Semâda adıdır mihr-i dirahşân
Eğer kim olmasaydı kalbi fasîd
Cihânda olmaz idi kadri kâsid
Yeter vasf eyledin ol bî-vefâyı
Yanından gitmese virmez safâyı
Sünbülzade Vehbî
(Şair bu lügazda "altın"ı anlatıyor.)
Dariye
Divan şiirinde ev ile ilgili kasidelere dariye adı verilir. Divan
şairlerinin caize (armağan alma) amacıyla ortaya çıkan fırsatçılıkları
sonucu gelişmiş bir türdür. Bazıları gazel tarzında da yazılmıştır. Yeni
yaptırılan köşk, saray, yalı benzeri binalar için yazılır. Şair eserden
çok az bahseder hemen yaptıranı övmeye geçer. Binalar için hazırlanan
kitabeler de bir tür dariye sayılır.
Rahşiye
Atlar için yazılmış kaside. Nesib bölümünde atlar övülür. Nef’î’nin IV.
Murad’ın atlarını övdüğü rahşiyesi meşhurdur. Örnek:
Bâreka’llâh zih’i rahş-i humâyun-sîmâ
Ki komuş nâmını sultân-ı cihan bâd-ı sabâ
Ne sabâ sâika dersem yaraşır sür’atte
Ki seğirdikten ana sâyesi ile pâ-der-pâ
Bırakır anı dahi sâyesi gibi yolda
Olsa ger şâtır-ı endişe ile pâ-der-pa
Düşmeden sayesi hak üzre eder âlemi
Sehv ile rakibi göserse ihâna irhâ
Kuş yetişmez der idim olmasa tayyâr eğer
Eremez gerdine zîrâ ki ne sarsar ne sabâ
Nef'î
Dini konulardaki türler
Tevhid
Tanrının birliğini ve ululuğunu anlatan şiirlere tevhid denir.
Genellikle kaside biçiminde yazılırlar. Tevhidde tanrının büyüklüğü,
sıfatları, kudretinin sonsuzluğu, tasvir ve hayal edilebilen şeylerden
soyutlanması, hiçbir şeyin ona eş ve benzer olamayışı, bütün kudret ve
ilimlerin ona ait oluşu gibi özellikler sanatlı bir üslupla anlatılır.
Tanrı karşısında kulun acizliği vurgulanır. En ünlü tevhid manzumesini
Nâbî yazmıştır.
Münacat
Konusu tanrıya yakarış olan şiir. Genellikle kaside, ender olarak da
gazel, kıta, mesnevi biçiminde yazılmıştır. Türk edebiyatına 13.
yüzyıldan sonra girdi. Divan şairlerinin genellikle divanlarının başına
koydukları münacatların temel konusu, zayıf ve çaresiz durumdaki insanın
yüce ve güçlü tanrıya yalvarıp ondan yardım istemesidir.
Na’t
Hazreti Muhammed’i övmek amacıyla yazılmış şiirlerdir. Hazreti
Muhammed’in çeşitli özellikleriyle mucizelerinin dile getirildiği bu
şiirler daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır. Na’t’lara divanların
başında tevhid ve münacaatlardan sonra yer verilmiştir. Na’t yazmakla
ünlü kişilere na’t-gü, özel dinsel törenlerde na’t okuyanlara ise
na’t-han denir. Fuzuli’nin "Su Kasidesi divan edebiyatının en
tanınmış na’t’ıdır. Türk tasavvuf müziğindeki bir form da bu adla
bilinir.
Maktel-i Hüseyin
Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini konu alan ve acıklı bir
üslupla yazılan eserlerin tümüne verilen isimdir. Daha çok Şii yazarlar
tarafından kaleme alınmıştır. Lirik-didaktik bir üslupla ve yalın bir
dil kullanılarak yazılmışlardır. Türk edebiyatındaki en en önemli
Maktel-i Hüseyin, Fuzûlî’nin yazdığı Hadikatü’s-Süeda adlı eserdir.
Miraciye
Hazreti Muhammed’in göğe yükselişini konu alan edebi yapıtlardır. Tek
başına bir kitabın konusunu oluşturabildiği gibi, eserler içinde
bölümler halinde de yer alır. Genellikle kaside ve mesnevi şeklinde
yazılmıştır. Miraciyelerde coşkulu bir söyleyiş, didaktik özellikler ve
sanatlı bir üslup egemendir. Cumhuriyet döneminde Abdullah Azmi Yaman’ın
yazdığı Miraciye bu türe örnektir.
Hilye
Hazreti Muhammed’in fiziksel ve kişisel özellikleriyle örnek
davranışlarını konu alan eserlere "hilye" denir.
Zamanla hilye'nin kapsamı genişlemiş halifeler için de hilyeler
yazılmıştır. Divan edebiyatında bu türün ilk örneği Hakani’nin Hilye-i
Hakani’sidir. Zamanla hilyelerin levhalara hattatlar tarafından
yazılması geleneği de ortaya çıkmıştır.
Mevlid
Hazreti Muhammed’in doğumunu ve kısaca yaşamını övgüyle anlatan
yapıtlardır. Dinsel Türk müziğinin doğaçlama türlerinden biri de bu
isimle bilinir. Mevlidler çoğu zaman mesnevi biçiminde düzenlenmiş,
halkın anlayabileceği yalın bir dille yazılmıştır. İlk özgün mevlid
Ebu’l-Cevzi tarafından yazılmıştır. İlk Türkçe mevlid ise Süleyman
Çelebi’nin eseri olan Vesiletü’n-Necat’tır.
Kırk hadis
Belli bir konu çerçevesinde toplanmış 40 hadisten oluşan yapıtlara
verilen isimdir. Hadis-i erbain ya da erbaun olarak da bilinir.
Hadislerin belli başlı konuları Kur’an’ın erdemleri, İslamın şartları,
Hazreti Muhammed ve sahabesi, zikir, dua, salat ve selam, ziyaret, bilim
ve bilgin, siyaset, hukuk, toplumsal, ahlaki yaşam ve tıptır. Divan
edebiyatında hat kaygısıyla yazılmışlardır.
Menkıbname
Ya da menakıbname olarak adlandırılır. Kahramanların, din büyüklerinin,
tarikat kurucularının, ermişlerin olağanüstü yaşamlarını ve
kerametlerini anlatan yapıtlardır. Türk edebiyatında 100’ü aşkın
menkıbname yazılmıştır. Bu yapıtlar içerik yönünden ya bir tarikatla
ilgilidir, örneğin Sakıb Bey’le Mustafa Dede’nin Sefine-i Nefise adlı
eseri gibi. Ya da bir ermişi konu edinir, örneğin Müstakimzade Süleyman
Saddedin’in Menkıb-ı İmam-ı Azam’ı gibi.
Kıssa
Öğüt verici ve öğretici öykü, fıkra, masal, menkıbe türü eserlere kıssa
adı verilir. Çoğul söylenişi kısas’tır. Kıssa anlatanlara kıssa-han ya
da kıssa-gü denir. En yaygın örnekleri peygamberlerle ilgili kıssaları
anlatan kitaplardır. Divan edebiyatında Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı
Enbiya ve Tevarih-i Huleyfa adlı kitabı önemli bir kıssa örneğidir.
Divan edebiyatında daha çok mesnevi türünde kaleme alınmışlardır.
Düzyazı biçimli kıssalar da vardır. Bunlarda kullanılan dil çok daha
sadedir.
DÜZYAZI BİÇİMLERİ
Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü
düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil
kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis
açıklamaları bu türde yazılmıştır.
Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe
genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıca’yı iyi bilen yazarlar
yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze
çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir.
Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir. Bu türün ilk
klasik örneğini, 16. yüzyılda Aşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19.
yüzyılda Fatih Efendi’ye değin sürmüştür.
Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik
yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin özellikleri, söz ve anlam
oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ve içeriğin ön
planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din
kitapları bu türde yazılmıştır.
Din dışı konularda düz yazı
Tezkire
Ünlü kişilerin yaşam öykülerinin toplandığı yapıt. Şairlerin yaşam
öykülerini anlatanlara Tezkiretü’ş-şuara ya da tezkire-i şuara, din
adamlarının yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l evliya, hattatların
yaşam öykülerini anlatanlana tezkiretü’l-hattatin, bilginlerin yaşam
öykülerini anlatanlara tezkire-i ilmiye, Halvetiye tarikatı şeyhlerinin
yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l- halvetiye, müzikçilerin yaşam
öykülerini anlatanlara tezkire-i musikişinasan denir. Tezkireler ilk kez
İran edebiyatında ortaya çıktı. Türk edebiyatının ilk
tezkiretü'ş-şuara’sını Ali Şir Nevai Mecalisü'n-Nefais adıyla yazdı.
Tarih
Geçmiş olayları, geçmiş belli bir dönemi, belli bir kişi ya da kahramanı
çevresi ve dönemiyle birlikte anlatan sanatlı düzyazı türüdür.
Sefaretname
Siyasal bir görevle yurtdışına gönderilen elçilerin ya da bunların
yanlarında bulunanların gittikleri yerin durumuna ve özelliklerine
ilişkin izlenimlerini, görüşlerini, olayları anlattıkları yapıtlardır.
En tanınmış örneklerden biri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin
Sefaretnamesi’dir.
Seyahatname
Yazarların gezip gördükleri yerlerden edindikleri izlenim ve bilgileri
aktardıkları edebi eserlerin tümüne seyahatname denir. Temel amaç,
yurtdışı ya da içinde gezilen yerlerin doğal güzelliklerini, toplumsal
yaşamlarını, gelenek ve göreneklerini tanıtmaktır. Seyahatnameler çoğu
kez tarihsel birer yapıt olarak görülür. Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si
bu türe güzel bir örnektir.
Siyasetname
Devlet adamlarına yöneticilik sanatına ilişkin bilgiler veren edebi
yapıtların genel adıdır. Genel olarak hükümdarlar için kaleme alınmış
olan siyasetnamelerde onların sahip olması gereken nitelikler,
saltanatın koşulları ve kuralları anlatılır. İdeal bir devlet örgütünün
nasıl olması gerektiği belirtilir. Ve kötü yönetimlerin zararlı
sonuçları açıklanarak, yöneticiler uyarılır. Vezirler ve emirler için
yazılmış siyasetnameler de vardır. Siyasetnamelerin en ünlüsü Selçuklu
veziri Nizamülmülk’ün Melikşah’ın isteği üzerine kaleme aldığı
Siyasetname’dir. Türk edebiyatının en önemli siyasetnamesi ise Yusuf Has
Hacib’in Kudatgu Bilig adlı kitabıdır.
Münazara
Karşıt iki öğenin ya da karşıt iki görüşün karşılaştırıldığı
yapıtlardır. Şiir ya da düzyazı olarak yazılabilir. Ya da her iki türden
bölümler içeren münazaralar da vardır.
Münşeat
Mektuplardan ya da çeşitli konulardaki düzyazılardan oluşan yapıt.
Kapsamına göre üçe ayrılır. Resmi yazılardan oluşan münşeatlar,
genellikle devlet büyüklerince kaleme alınan çeşitli konulardaki
düzyazılardır. Her türden kişiye yönelik yazı türlerinin başlıklarını,
son sözlerini, bu yazılara uygun düşecek tümceleri, kullanmaları bir
araya getiren münşeat. Ve son olarak şairlerin mektuplarından oluşan
münşeatlar.
Din konulu düz yazı
Evliya tezkiresi
Din ulularının gerçek ya da efsaneleştirilmiş yaşam öyküleri ile
kerametlerini anlatan yapıtlardır. İçinde İslam velilerinin yaşamlarına
ilişkin bilgilerin yanında vaazlar ve ahlaki öğütler de yer alır. Sinan
Paşa’nın Tezkiretü’l-Evliya adlı eseri ile Ahmed Hilmi’nin Ziyaret-i
Evliya adlı yapıtları bu türün divan edebiyatımızdaki başlıca
örnekleridir.
Kısas-ı enbiya
Peygamberlerle ilgili kıssaları içeren yapıtların genel adıdır. İlk
kısas-ı enbiya Kısai’nin 9. yüzyılda yazdığı Kitabü Kısasi’l-Enbiya adlı
eseridir. Türkçe kısas-ı enbiya kitapları arasında Rabguzi’nin 1310’da
Çağatay Hanı Termaşir’in emiri Nasuriddin Tokboğa’nın emriyle yazdığı
Kısasü’l-Enbiya ve Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı-Enbiya ile Tevarih-i
Hulefa adlı eserleri sayılabilir.
Siyer
Hazreti Muhammed’in yaşam öyküsünü ya da halifeler ve hükümdarların
savaş ve barış dönemlerindeki uygulamalarını, ululararası ilişkileri
konu edinen düz yazı biçimidir.
Divan sözcüğünün sözlük bakımından iki anlamı vardır: Belli bir kalıpla
yazılan ve besteyle okunan şiir türüne divan denir. Kalıp
"fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün" şeklindedir. Divan
sözcüğü, ikinci olarak, divan tarzında şiir yazan sanatçıların
eserlerini topladıkları kitap anlamına gelir. Divan, klasik Türk
müziğinde ise en az üçer kıtalık şiirlerden bestelenen şarkıları
tanımlar. Bu kıtalar birbirlerinden ara nağmelerle ayrılır. Her kıtanın
başında genellikle "ah", "yâr" gibi
bir terennüm sözcüğü eklenir. Kıtalardan biri yer yer ritimsiz okunacak
şekildedir. Bir diğer kıta da "doğaçlama" görüntüsü
vermesi amacıyla tümüyle ritimsiz olarak bestelenir. Divan, aynı zamanda
İslam devletlerinde idari yargı, maliye, askerlik ve yönetimle ilgili
işleri yürüten kurul ve dairelere verilen addır.
Divan şairlerinin eserlerini önceleri serbest, daha sonra belli
bir düzen içinde topladıkları kitaplar divanlar, divançeler ve
hamselerdir. Divan, divançe ve hamseler, yazarlarının adlarıyla
anılırlar. Örneğin Nedîm Divanı, Fuzulî Divanı gibi.
Divan
Şairlerin şiirlerini belli bir düzen içinde topladıkları kitaplardır.
Bir tür antoloji olarak görülebilir. Zamanla divanlarda şiirler belli
bir düzene göre sıralanmaya başladı. Bu elemeye "divan
tertibi" bu tür divanlara da "mürettep divan"
adı verilir. Tam bir divanda sırasıyla, kaside (tevhid, münacat, na't,
medhiye), tarih, musammat, gazel bölümleri yer alır. En sonda da
lugazlar, muammalar, müfredler, azadeler bulunur. Divanda gazeller
kafiye ve rediflerinin son harfinin Arap alfabesindeki sırasına göre
dizilir. Yani elif’ten başlayıp ye harfine kadar. Her harften en az bir
şiir olması şarttır. Ama buna uymayan şairler de olmuştur.
Divançe
Küçük divan anlamındadır. Düzen ve konuları divanlarla aynıdır. Yine
kaside, tarih, musammat, gazel ve kıta sırasını izler. Ama bir divançede
bu bölümlerden en az biri eksik olur. Divançe, belli türleri seven
şairlerin bilinçli bir seçimi olabildiği gibi, bir şairin divan
dolduracak kadar şiir yazamadan ölmesi nedeniyle de oluşabilir. Figânî
ve Fâzlı’nin divançeleri bu türdendir.
Hamse
Bir şairin 5 mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan yapıttır.
Hamse yazarı şairler hamse şairi ya da hamsenüvis diye bilinir. Türk
edebiyatında 16. yüzyılda gelişmeye başladı. İlk hamseyi Çağatay şairi
Ali Şir Nevai yazdı. Divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şair de
Hamdullah Hamdi’dir. Hamse türüne düzyazının girişi ise 17. yüzyılda
gerçekleşti. Nergisi hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır. Çoğunlukla
hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları işleyen
mesnevilere de yer verilir. Hamse sahibi divan yazarları edebi
çevrelerde büyük saygı görürdü.
DİVAN EDEBİYATININ TARİHÇESİ
Divan debiyatı, Türklerin, 13 ve 19’uncu yüzyıllar arasında Anadolu’da
yarattıkları İslam kültürünün ortak özeliklerini yansıtan, geniş ölçüde
Arap ve Fars edebiyatının etkisini taşıyan yazılı edebiyat türüdür.
Ancak divan edebiyatı, Türklerin İslam dinini kabul ettikleri ilk
dönemlerden başlayarak Orta Asya ile Azerbaycan’da ortaya çıkan ve aynı
nitelikleri taşıyan divan edebiyatı ile karıştırılmamalıdır. Divan
edebiyatı tanımı tümüyle Anadolu'ya özgüdür.
Tarihsel süreçte dindışı ve dini tasavvuf olmak üzere iki kolda
gelişti. Şiir ve düzyazı alanındaki en eski örnekler 13. yüzyıldan
kalmıştır.
Divan edebiyatında başlangıcından beri şiir, düz yazıdan daha önde
gitmiş ve daha gelişmiştir. Bunun belki de en önemli nedeni, şiirin
sanatçının yaratıcılığını ortaya koymasına daha uygun olmasıdır. Divan
şiiri, söz ve anlatım sanatlarını kullanarak, yeni manzumlar bularak
okuyucusunu daha kolay etkiler. Düz yazı dalında ise ağır basan, öne
çıkan özellik "öğretici" olmaktır. Bu nedenle anlam
gözardı edilir ve belagat önem kazanır.
Divan edebiyatı yazarlarının beslendikleri kaynaklar, başta dinsel
inançlar, yani İslami inançlar olmak üzere İslami ilimler, İslam
tarihinin olayları, tasavvuf, Hint-İran kökenli söylenceler, peygamber
kıssaları, evliya menkıbeleri, çağın bilimleri, günlük olaylar, gelenek
ve görenekler, terimler, deyimler, atasözleri ile zenginleşen bir
dildir.
Dünyevi ve tanrısal aşk
Divan şiirinde aşk büyük yer tutar. Ama bu aşk hem dünyevi hem de
tasavvufidir. Tasavvufa bağlanan şairin amacı, "mutlak
güzellik" olan "tanrıyı bulmak"tır. Tanrısal
aşk, maddi aşkla başlar. Bir güzele aşık olan şair, duygularını daha
sonra soyutlama yoluyla tanrısal aşka dönüştürerek tanrıya kavuşmak için
çabalar. Aşkı din dışı bir anlayışla işleyen şairlerin şiirlerinde ise
tapınılacak bir varlık olarak kadın önemlidir. Ama bu tür şiirlerde
kadın aşığını sürekli üzmekte, yaşamdan bezdirmektedir.
Dil konusunda Arapça ve Farsça’nın etkisinde kalan divan
edebiyatında sözcükler çok büyük önem taşır. Her sözcük tam anlamıyla ve
yerli yerinde kullanılmalıdır. Divan edebiyatı, anlatım açısından
"belagat kurallarına" sıkı sıkıya bağlıdır. Sanatçılar
ustalıklarını sergileyebilmek için bu kurallara olabildiğince özen
gösterirler.
Şairler, teşbih, istiare, hüsn-i talil, ilham, kinaye, leff ü
neşr, tecahül-ü arif, telmih, mecaz, mecaz-ı mürsel, teşhis ü intak gibi
söz ve anlatım sanatlarını kullanarak özgün şiirler oluşturmaya
çalışır. Divan edebiyatında şiirin estetik kurallarına uymak, çoğu zaman
konu ve içerikten öne geçmiştir.
DİVAN EDEBİYATINDA SANATLAR
Teşbih
Sözü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da
kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır. Örneğin, "Tilki
gibi kurnaz adam" bir teşpihtir. İnsan kurnazlığıyla bilinen
tilkiye benzetilmektedir. Bir teşbih'te dört öğe bulunur:
Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine
benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün
olan. Örneğimizde "tilki".
Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan
nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan. Örneğimizde
"adam".
Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve
kavramlar arasındaki ortak nitelik. Örneğimizde
"kurnazlık".
Edat-ı teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında
benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük. Örneğimizde
"gibi".
Örneğin "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde,
"yol" benzeyen, "yılan" kendisine
benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü,
"gibi" ise benzetme edatıdır.
Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp
kullanılmamasına göre dörde ayrılır:
Dört öğenin de bulunduğu teşbih teşbih-i mufassaldır (ayrıntılı
benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür".
Benzetme yönü bulunmayan teşbih teşbih-i mücmeldir (kısaltılmış
benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibidir". Burada
"güçlülük" vurgulanmamıştır.
Benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i müekkeddir.
(pekiştirilmiş benzetme). Örneğin, "Ahmet kuvvetle
aslandır". Bu teşbihde "gibi" ilgeci
kullanılmamış.
Benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i
beliğdir (yalın benzetme). Örneğin, "Aslan Ahmet."
Mecaz
Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. Anlatımı daha
etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır. Mecaz, söze
güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için
kullanılır. Örneğin:
Kandilli yüzerken uykularda
Mehtabı sürükledik sularda
Yahya Kemal Beyatlı
Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda
sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme,
güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla
kullanılmasına örnektir.
Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır. Sözcük
mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise
herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır.
Mecaz-ı mürsel
Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma
sanatıdır. Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır. Günlük
yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram
arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir. Neden yerine
sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık
gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine
somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza
okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli
türleri vardır.
Telmih
Bilinen bir olay, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma
sanatıdır. Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma
konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir. Divan edebiyatında
özellikle dinsel öyküler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’an
ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur. Örneğin:
Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin
Ey Hudhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin
Nîbî
Şair, ikinci dizedeki "Saba" ile
Süleyman-Belkıs" kıssasını anımsatıyor.
Tecahül-i arif
Bir anlam inceliği yaratmak ya da bir nükte yapmak amacıyla bilinen bir
şeyi bilmezlikten gelme sanatıdır. Tecahül-i arifin özünü oluşturan bu
nükte, dört amaç için yapılmış olabilir. Neşelendirme (tenşid), uyarıda
bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirmek (tehayyür), kendinden
geçişi belirtmek (tedellüh).
Bilinen şey bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir
inceliğe dayandırılır. bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatlarından
da yararlanılır. Örneğin:
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su
Fuzûlî
"Bilmiyorum dönen kubbe mi su rengindedir
Yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır"
Fuzûlî, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyormuş
gibi davranıyor. Gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok olduğunu
(mübalağa) belirtebilmek için tecahül-i arif sanatına başvuruyor.
İstiare
Bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka
şeylerin adıyla anma sanatı. Benzetmenin iki temel öğesi vardır,
benzeyen ve benzetilen. İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle
yapılır.
İstiare üç yönden ele alınır: 1. Benzetme amacı bulunur, 2. Sözcük
gerçek anlamı dışındaki mecaz anlamındadır, 3. Sözcüğün asıl anlamında
kullanılmamasını gerektiren bir durum (karine-i mania) vardır. Örnek:
"Soğuk ay öptü beyaz enseni"
Yahya Kemal Beyatlı
"Ay öpmek" deyişiyle ay canlı bir varlığa
benzetilmiştir. "Öpmek" sözcüğü asıl anlamının dışında
mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Öpmek sözcüğünün asıl anlamının
kullanılmasına olanak yoktur çünkü ayın dudağı olmaz. Şair burada,
istiare sanatıyla anlatımı daha etkili, daha estetik ve heyecanlı hale
getiriyor.
İstiare genel olarak üç çeşide ayrılır. Yalnızca benzeyenin
söylendiği istiareye "açık istiare" (istiare-i
musarraha) denir. Örnek:
"Bir hilâl uğruna yarâb ne güneşler batıyor"
Mehmet Akif Ersoy
Ersoy, benzetilen güneşi söylerken, benzeyen askerden sözetmiyor.
Yalnızca benzetilenin söylendiği istiareye de "kapalı
istiare" (istiare-i mekniye) denir. Örnek:
Her taraf kırık dökük
Dalların boynu bükük
"Kederliyiz" der gibi
Orhan Seyfi Orhon
Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen
insandan sözedilmiyor. Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği
vurgulanıyor.
Benzetmenin temel öğelerinden yalnızca birisiyle çok sayıda
benzerliği sıralayarak yapılan istiareye ise "yaygın
istiare" (istiare-i temsiliye) adı verilir. Örnek:
Bin gemle bağlanan at şaha kalkıyor
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
Son macerayı dinlememiş varsa anlatın
Râm etmek isteyenler o marûr, âsil atın
Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da
Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da...
Coştukça böyle sel gibi bağrındaki hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
Faruk Nafiz Çamlıbel
Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği
sıralıyor.
Hüsn-i talil
Nedeni bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama
yoluyla yapılan edebi sanattır. Hüsn-i tevcih olarak da bilinir. Şiirin
iki dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek
amacını taşır. Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında
mutlaka anolojik bir bağ bulunur. Nedeni bilinen olay güya, sanki, acep,
acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür hüsn-i
talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir. Örnek:
Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen
Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece
Ahmedî
"Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi
Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş."
Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme
ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor.
Leff ü neşr
Bir beyitte birbirleriyle ilgili sözcüklerin sıralanmasıyla yapılan ve
divan şiirinde çok sık kullanılan edebi sanattır. Şiirin ikinci
dizesinde birinci dizede söylenmiş en az iki şeyle ilgili benzerlik ve
karşılıklar verilerek uygulanır.
Sözcüklerin birinci ve ikinci dizede belli bir sıra gözetilerek
söylenmesine leff ü neşr-i müretteb (düzenli leff ü neşr) denir. Örnek:
Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü
Ârzûmend ruh-i leb-i handânınem
Fuzûlî
"Kederli gönlümü gonca memnun etmez, gül sevindirmez
Çünkü ben ben bunları değil al yanağını ve gülen dudağını
istiyorum"
Gonca, yanak karşılığı ruh ve gül dudak karşılığı leb
sözcükleriyle ilgilidir. Fuzûlî, burada düzenli leff ü neşr yapıyor.
Birinci beytin ikinci dizesinde, birinci dizede söylenenlerle
ilgili sözcüklerin ters bir sıra izlenmesiyle ya da karışık olarak
bulunmasıyla yapılan leff ü neşr'e ise leff ü neşr-i gayr'i müretteb ya
da leff ü neşr'i müşevveş (düzensiz leff ü neşr) denilir. Örnek:
Yürürem hâsret-i zülf ü meh-rûlar ile
Gündüzin gussalar ile gice kaygular ile
Meâlî
"Sevgilinin saçının ve ay yüzlü yanağının hasretiyle
Gündüz kederli gece kaygılı gezerim"
Saç anlamına gelen zülf geceyle, yanak anlamına gelen ruh gündüzle
ilgilidir. Birinci ve ikinci sözcüğe karşılık ikinci ve birinci
sözcükler sıralanarak düzensiz leff ü neşr yapılıyor.
Kinaye
Bir sözü aynı zamanda hem gerçek hem de mecazi anlamıyla kullanma
sanatıdır. Sözün açık söylenmesinin hoş olmadığı durumlarda alay, şaka,
sitem amacıyla kullanılır. Bu kullanışta sözün geçek anlamından bir
sonuç çıksa da geçerli olan mecazi anlamıdır. Örneğin Şeyhülislam
Yahyâ’nın, "Dilber gelince bezme yüzü güldü aşıkın"
dizesinde bir kişinin gerçek yüzünün gülmesini anlamaya bir engel yok.
Ama asıl anlatılmak istenen aşığın çok sevinmiş olmasıdır (mecazi
anlam).
Türkçe deyimlerin çoğu mecazi anlamlarıyla kullanıldığı için
kinayedir. Kinayede sözün başka bir anlama gelmesi olasılığı yoksa bu
türe "kinaye-i karibe" (yakın kinaye) denir. Eğer
sözün anlamı gizleniyorsa kinaye "kinaye-i baide" uzak
kinaye) olarak adlandırılır. Nitelenen tek özelliği belirten kinayeye
"kinaye-i müfrede" (tek kinaye), birkaç özelliği
birden belirten kinayeye de "kinaye-i mürekkebe"
(birleşik kinaye) adı verilir. Örnek:
Bulamadım dünyada gönüle mekan
Nerde bir gül bitse etrafı diken
Sümmanî
Gül ve diken hem gerçek hem mecazi anlamlarıyla kullanılıyor.
Ancak asıl kastedilen mecazi anlamları. Şair hem birleşik kinaye hem
uzak kinaye yapıyor.
Tariz
Birini küçük düşürmek ya da biriyle alay etmek amacıyla söylenecek sözü
tam tersi bir sözle nükte yaparak anlatma sanatıdır. Tariz de gerçek ya
da mecaz anlam yerine doğrudan zıt bir anlam kullanılması söz konusudur.
Teşhis-ü intak
Cansız varlıkları, ya da hayvanları kişiler gibi davrandırma,
canlandırma, konuşturma, onlara duygu ve hareket gibi nitelikler
kazandırma sanatıdır. İnsan dışındaki calı varlık ya da hayvanlara insan
özelliği verilmesine teşhis, onların konuşturulmasına ise intak denir.
Teşhis ve intak daha çok fabllara kullanılır. Teşhise örnek:
Mahmur uyanır gölgede binlerce ziyâlar
Çöller düşünür, gün düşünür, gölgeler ağlar
Emin Bülend Serdaroğlu
Şair, ışığı uyandırıyor, çöller ve günü düşündürüyor, gölgeleri
ağlatıyor. Bunların hepsi insan özellikleri. Üst üste teşhis sanatı
yapıyor.
DİVAN EDEBİYATINDA KONULAR
Divan şiiri konu bakımından çok çeşitlidir. Genel tanımdan da
anlaşılacağı gibi öncelikle din dışı ve dini şiir olmak üzere ikiye
ayrılır. Din dışı şiirde başlıca türler şöyle sıralanabilir: Bahariye,
cemreviye, dariye, fahriye, iydiye, medhiye, mersiye, gazavatname,
sakiname, hamamname, sahilname, kıyafetname, surname, lugaz, muamma,
hicviye, hezliyat, tarih düşürme ve şehrengiz. Dini-tasavvuf şiirinin
türleri de şöyledir: Tevhid, münacat, na't, maktel-i Hüseyin, miraciye,
hilye, mevlid, kırk hadis, menkıbname.
Din dışı düzyazı türleri: Tezkire, tarih, seyahatname,
siyasetname, münşeat, sefaretname.
Dini-tasavvufi düz yazı türleri: Evliya tezkiresi, kısas-ı enbiya,
siyer.
Divan hikayelerinde hem şiir hem düzyazı örnekleri kullanılır.
Hikayeler dinsel ve destansaldır. Çift ya da tek kahramanlı aşk
hikayeleri ve temsili hikayeler de çokça yazılmıştır.
DİVAN ŞİİRİNDE ARUZ ÖLÇÜSÜ
Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur. Aruz’da açık ve
kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde
sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak
zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline
dayanan şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed
tarafından kullanıldı. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra
medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak
benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağladı.
Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler
çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler
çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan
yana geliş biçimlerine göre, fâilâtün, fâilün, mefâilün ve benzeri
değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu
kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan
kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman
uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma
imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) adı verilir. Zihaf, aruzda
kusur sayılır.
Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki gibi duraklar yoktur. Dizelerdeki
hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa
uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen
sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki
sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz
harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl yani
ulama denir.
DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
a. Biçimlerine göre
Divan şiiri, nazım biçimleri bakımından zengindir. Nazım biçimleri beyit
ve bend temeline dayanır. Beyit temeline dayananlar
"aynı" ve "ayrı" uyaklı (kafiyeli)
olmak üzere ikiye ayrılır. Aynı uyaklıların başlıcaları
"gazel", "kaside" ve
"müstezat"tır. Ayrı uyaklı tek nazım biçimi ise
"mesnevi".
Bend’lerden oluşan nazım biçimleri de tek bendli ve çok bendli
olarak ikiye ayrılır. Tek bendliler "rubai" ve
"tuyuğ", çok bendliler ise
"musammat" ana başlığı altında toplanan
"murabba", "şarkı",
"muhammes", "tahmis",
"tardiye", "tasdir",
"müseddes", "tesdis",
"müsebba", "tesbi",
"müsemmen", "tesmin",
"muaşşer", "taşir",
"terkib-i bend", "terci-i bend"dir.
Bunun dışında "müfred" (tek beyit) ve
"azade" de (tek mısra) anılabilir.
Uyak (kafiye)
Şiirde dize sonlarındaki ses benzerliğidir. Türk halk şiirinde ayak
olarak adlandırılır. Uyakta ses açısından benzeşen sözcüklerin anlam
bakımından farklı olmaları gerekir. Şiirde ses benzerliği yoluyla uyum
sağlamak ve genellikle okuru etkilemek amacıyla kullanılan uyak, sözlü
edebiyat ürünlerinde hatırlamayı ve ezberi kolaylaştıran bir öğedir.
Ses benzerliğinin niteliğine göre uyaklar çeşitli türlere ayrılır.
Yalnızca bir ünsüzün (sessiz) benzeştiği uyaklara "yarım
uyak" denir. En az bir hecedeki ünlü (sesli) ve ünsüzün
benzediği uyaklara "tam uyak" ya da "yalın
uyak" adı verilir. Birden fazla hece arasındaki ses benzerliği
ise "zengin uyak"tır. Yazılış ve söylenişleri aynı
olduğu halde, anlamları farklı olan sesiz sözcüklerle ya da bu
sözcüklerin yan yana gelmesiyle yaratılan ses karmaşası sonucu ortaya
çıkan benzerliğe "cinaslı uyak" denir. Uyak, divan
edebiyatında aruz kadar büyük önem taşır. Divan şiirini belirleyen temel
ilkelerden biri uyak düzenidir.
Beyit
Şiirde sonları uyaklı, iki dizeden oluşan, kendi içinde bağımsız bir
yapısı ve anlam bütünlüğü bulunan birimdir. Bir beytin her dizesi kendi
içinde bir bütün olabildiği gibi, birinci dizedeki anlam ikinci dizede
de sürebilir. Beyit uzun şiirlerde anlatım birimi olarak sık kullanılır.
Güçlü ve özlü söyleyişlere uygun olduğu için bağımsız tek bir şiir
olarak da yazılabilir. Ya da başka şiir biçimlerinin bir parçası olarak
ele alınabilir. Divan edebiyatı beyit temeline dayalıdır.
Divan edebiyatında, bir beyitteki iki dize kendi içinde iki
parçaya ayrılır. Birinci dizenin ilk parçasına sadr, son parçasına aruz
ya da harb denir. İkinci dizenin ilk parçası ibtida, son parçası acz ya
da darb'dir. Sadr ile aruz, ibtida ile acz arasında kalan bölüm haşv
olarak isimlendirilir. Uyaklı bir beyite "beyt-i
musarra", uyaksız olanlara "ferd" ya da
"müfred" denir. Divanlarda müfredler müfredat adıyla
ayrı bir bölümde toplanır. Uyaklı beyitlerin olduğu bölüme de
"metali" denir. Örnek beyit:
Biz bülbül-i muhrik-dem-i şevkâ-yı firaakız
Âteş kesilür geçse sabâ gül-şenimizden
Selimî (Padişah 2’nci Selim)
Mısra (dize)
Manzum edebiyat yapıtlarının her bir satırına verilen isimdir. Bir
ölçüye uygun olarak söylenmiş beytin yarısına da mısra denir. En küçük
anlamlı nazım birimi olan mısra, bir şiirin parçası olabileceği gibi,
bağımsız bir bütün de olabilir. Yani tek mısralık şiirler de olabilir.
Divan edebiyatında kendi içinde bir bütün oluşturan mısralara mısra-i
azade (bağımsız mısra) adı verilir. Ayrıca bir beyitin birbirinin
anlamlarını tamamlayan ya da aralarındaki anlam bağı kesin olmayan
mısralarına da aynı isim verilir. Yetkinliği, sağlam yapısı, özlü ve
çarpıcı anlatımıyla dikkat çeken, her zaman kolayca anımsanabilen,
dilden dile dolaşan mısralara "mısra-i berceste" ya da
şah-mısra denir.
Bend (kıta)
Şiirde iki ya da daha çok mısradan oluşan birimdir. Şiirin içeriği ve
biçimine göre düzenlenir. Kıtanın yapısını şiirin ölçüsü, uyak düzeni ve
mısra sayısı belirler. İki beyitlik kıtalara divan şiirinde rubai, halk
şiirinde dörtlük denir. Bu tür kıtaların uyak (kafiye düzeni) birinci
ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir
(yani ab cb şeklinde.) Bazen birinci ve üçüncü mısralar kendi
aralarında, ikinci ve dördüncü mısralar da kendi aralarında uyaklı (yani
ab ab) şeklinde de olabilir. Birinci, ikinci ve dördüncü mısraları
kafiyeli (yani aaba şeklinde) olan kıtalara nazım denir. Murabba,
muhammes, şarkı gibi nazım biçimlerinin her bendi parça anlamında kıta
diye adlandırılır.
Divan şiirinde kıta mahlassız (imzasız) şiirdir ve mısraları
arasında anlam bütünlüğü vardır. Bir düşünceyi, hikmeti, nükteyi,
yergiyi, övgüyü, yaşam anlayışını konu edinebilir. Beyit sayısı ikiden
fazla olan kıtalara "kıta-i kebire" denir. Divanlar
düzenlenirken kıtalara en sonda bağımsız şiirler olar yer verilir. Bu
bölüme de "mukattaat" denir.
Mesnevi
Bu şiir türünün geniş tanımını [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
"edebiyat" bölümünde bulabilirsiniz.
Kaside
Daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
Kaside şairlerine kaside-gü (kaside söyleyen), kaside-sera ya da
kaside-perdaz (kaside yazan) denir. Kaside 6 bölümden oluşur:
Birinci bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, aşıkane duygular
yer alıyorsa "nesib", bahar, doğa, bayram gibi
konulara değiniliyorsa "teşbib" adı verilir.
İkinci bölüm girizgah ya da girizdir. Genellikle tek beyitten
oluşur ve burada şair medhiyeye (övgüye) geçeceğini bildirir. Girizgah
konuya uygun ve nükteli olmalıdır.
Üçüncü bölüm medhiyedir. Bu bölümde asıl konu anlatılır. Beyit
sayısı konuya ve şaire göre değişen medhiye bölümü kasidenin en sanatlı
beyitlerini içerir.
Kasidenin dördüncü bölümü tegazzüldür. Tegazzül, 5-12 beyit
arasında değişir. Kasidenin başında ya da sonunda yer alabilir. Bu bölüm
her kasidede bulunmayabilir.
Beşinci bölüm fahriyedir. Şair bu bölümde de kendisini över.
Kasidenin son bölümü duadır. Bu bölümde önceki beyitlerde övgüsü
yapılan kişi için dua edilir.
Kasideler, nesib bölümünde ele alınan konuya göre göre kaside-i
bahariyye, kaside-i ramazaniyye, kaside-i hammamiyye olarak
adlandırılır. Uyaklarına göre r harfi ile bitiyorsa kaside-i raiyye, l
harfiyle bitiyorsa kaside-i lamiyye, m harfiyle bitiyorsa kaside-i
mimiyye diye anlandırılır. Rediflerine göre de, tevhid, münacaat,
methiye diye bölümlenir. Kasidenin en güzel beyiti "beyt-ül
kaside"dir. Şairin adının geçtiği beyite ise "tac
beyit" denir.
Gazel
Divan edebiyatının en yaygın kullanılan nazım biçimidir. Önceleri Arap
edebiyatında kasidenin tegaüzzül adı verilen bir bölümü iken sonra ayrı
bir biçim halinde gelişmiştir. Gazelin beyit sayısı 5-15 arasında
değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel
gazel denilir. Gazelin ilk beyti "matla", son beyti
ise "makta" adını alır.
Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır (musarra).
Sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest ikinci dizeleri ilk beyitle
uyaklı olur. Birden fazla mussarra beytin bulunduğu gazel
"zü'l-metali", her beyti musarra olan gazel ise
"müselsel" gazel adıyla bilinir. İlk beyitten sonraki
beyte "hüsn-i matla" (ilk beyitten güzel olması
gerekir), son beyitten öncekine "hüsn-i makta" (son
beyitten güzel olmalı gerekir) denir.
Gazelin en güzel beyti ise "beytü'l-gazel" ya da
"şah beyit" adıyla anılır. Bunun yeri ya da sırası
önemli değildir. Bazı gazellerin matlasını oluşturan dizelerden birinci
ya da ikincisinin matlasının ikinci dizesi olarak yenilenmesine
"redd'i-matla" denir. Şair mahlasını (şairin takma
adı, ya da tanındığı ad) maktada ya da "hüsn-i"
maktada söyler. Bu durumda beyit ikinci bir adla "mahlas
beyti" ya da "mahlashane" olarak anılır.
Şairin mahlasını tevriyeli kullanmasına "hüsn-i
tahallüs" denir.
Dize ortalarında uyak bulunan gazele musammat, sonu getirilmemiş
ya da beyit sayısı 5’in altında bulunan gazellere de
"natamam" gazel denir. Başka şairlerin birkaç dize
ekleyerek bend biçimine dönüştürdüğü gazellere
"tahmis", "terbi" adı verilir. Bütün
beyitlerinde aynı düşüncenin ele alındığı gazeller "yekahenk
gazel", her beyti öncekinden ustalıklı biçimde söylenmiş
gazeller de "yekavaz gazel" olarak adlandırılır.
Gazeller konularına göre de çeşitli isimlerle tanımlanır. Aşka
ilişkin acı, mutluluk gibi içli duyguların dile getirildiği gazeller
"aşıkane", içki, yaşama boş verme, yaşamdan zevk alma
gibi konularda yazılanlara "rindane" denir. Aşıkane
gazellere en iyi örnek Fuzûlî’nin gazelleri, rindane gazellere en iyi
örnek ise Bâkî’nin gazelleridir. Kadınları ve ten zevklerini konu edinen
gazeller ise, örneğin Nedîm’in gazelleri, "şuhane",
öğretici nitelikli gazellere, örneğin Nâbî’nin gazelleri,
"hakimane gazel" denir.
Gazeller eskiden bestelenerek okunurdu. Özelikle bestelenmek için
yazılmış gazeller de vardır. Gazelleri makamla okuyan kişilere
"gazelhan", gazel yazan usta şairlere ise
"gazelsera" adı verilir.
Gazel, Türk müziğinde ise şiirin bir hanende tarafından doğaçtan
seslendirilmesidir. Sesle taksim olarak da bilinir.
Rubai
Kendine özgü bir ölçüsü olan 4 dizelik (mısralık) nazım birimidir.
Rubailerde birinci, ikinci, dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dize
serbesttir. İki beyitlik kıtalar biçiminde yazılmış rubailer de vardır.
Her dizesi birbiriyle uyaklı rubailere "rubai-i
musarra" ya da "terane" adı verilir. Rubainin
aruzun hezec bahrinden 24 kalıbı bulunur. Bunlardan mef'ûlü birimiyle
başlayan 12 kalıba "ahreb", mef'ûlün birimiyle
başlayan öbür 12 kalıba da "ahrem" denir. Kalıpların
sonu "faül" ya da "fa" birimiyle
biter.
Rubainin her dizesi ayrı bir ölçüde olabildiği gibi, dört dizesi
de aynı ölçüde olabilir. Türk divan şiirinde daha çok ahreb kalıbına
rastlanır. Rubailer genellikle mahlassız şiirlerdir. Ve divan
şairlerinin divanlarının sonunda rubaiyyat başlığı altında sıralanırlar.
Bu türün tartışmasız en büyük şairi Ömer Hayyam’dır.
Türk edebiyatında Mevlana’nın Farsça yazdığı felsefi rubiler bu
türün hızla yayılmasına neden oldu. Kara Fazlî, Fuzûlî 16. yüzyılda bu
türün en usta örneklerini verdiler. Divan edebiyatında 17. yüzyıl
rubainin altın çağı oldu. Azamizade Haletî, yazdığı bin kadar rubai ile
en büyük Osmanlı rubai şairi olarak tanındı. Cumhuriyet döneminin en
büyük rubai ustası ise Yahya Kemal Beyatlı’dır.
Musammat
Ayrı bir nazım biçimi olmamakla birlikte gazeil ve bazı kasidelere
uygulanan bir tekniktir, Bendlerden kurulu nazım biçimlerine (murabba,
muhammes, müseddes, müsebba, müsemmem, mütessa, muaşşer, terbi, tahmis,
taşdir, tesdis, tesbi, tesmin, tes-i, taşir, terkib-i bend ve terci-i
bend) verilen genel addır. İlk bende geçen dize ya da beyitlerin, öbür
bendlerin sonunda aynen yinelenmesiyle düzenlenen musammatlara
mütekerrir musammat denir. İlk benddeki dize ya da beyitlerin, öbür öbür
bendlerin sonundaki dize ve beyitlerle yalnızca uyak bakımından
uyuşması durumunda musammat müzdevic musammat adını alır.
Terci-i bend / terkib-i bend
Uyakları gazel biçiminde düzenlenmiş "hane" adı
verilen 5-10 beyitlik şiir parçalarının (genellikle 5-12 hane)
"vasıta" denen ve sürekli yinelenen bir beyit ile
birbirine bağlanmasından oluşan nazım biçimidir. Vasıta beyitinin her
hanenin sonunda değişmesi durumunda şiir terkib-i bend olur.
Müsemmem
Sekiz dizeden oluşan bendler halinde yazılmış musammatlardır. Az
kullanılmıştır. Divan edebiyatında en bilineni Şeyh Galib'in Esrâr
Dede'nin ölümü üzerine yazdığı mersiyedir.
Tuyuğ
Halk edebiyatındaki mani türüne benzer tarzda yazılmış musammatlardır.
Tuyuk da denir. Çoğunlukla her beytinin birinci ikinci ve dördüncü
dizeleri uyaklıdır. Sadece Türklere özgüdür. Aruzun sadece fâilâtün
fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılması nedeniyle rubai'den ayrılır. Bazen
dört mısra birbiriyle kafiyeli olabilir.
Tahmis
Bir gazelin her iki dizesinin başına aynı ölçüde üç dize ekleyerek
oluşturulan nazım biçimidir. Tahmis genellikle başka bir şairin gazeline
yapılırsa da, kendi gazellerinden tahmis oluşturan şairler de vardır.
Başarılı bir tahmis'te asıl beyit ile eklenen dizeler anlam bakımından
kaynaşmış olmalıdır. Başa eklenen üçer mısra gazelin matlası ile aynı
kafiyede olur. Diğer beyitlere eklenen üçer mısra ise o beyitlerin ilk
mısraları ile kafiyelidir.
Tardiye
Beş dizelik bentlerden oluşan musammat türüdür
Taşdir
Tahmisin değişik bir şeklidir. Tahmiste bir başka şairin gazelinin her
beytinin başına üç dize eklenirken, taşirde her beytin iki mısrasının
arasına üç mısra eklenir. Taşdire "mutarraf tahmis" de
denir.
Tesdis
Terbî ve tahmise benzer. Ancak başka bir şairin yazdığı bir gazelin her
beytinin üzerine dört dize daha ekleyerek altılı beyitler haline
getirilmesiyle oluşur. Tesdis tek bir beyite de uygulanabilir. Divan
edebiyatında çok az kullanılmıştır. Tahmis türünde olduğu gibi
genellikle eksik gazellere uygulanır.
Tesbi
Bir başka şairin bir gazelin her beytinin matlasına 5 dize daha
eklenerek yedili beyitler haline getirilmesiyle kurulur. Tahmis ve
tesdis türünde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır. Tesbi
de eklenen dizelerin kafiyesi, mevcut dizelerle aynıdır.
Taşir
İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 8 dize daha ekleyerek
10'lu beyitler haline getirilmiş gazel türüdür. Tahmis ve tesdis
türlerinde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.
Tezmin
İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 6 dize daha ekleyerek
8’li beyitler haline getirilmesidir. Tahmis ve tesdis türlerinde olduğu
gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.
Muaşşer
Aynı ölçüde onar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin
on dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin ise ilk iki dizesi ilk bend
ile uyaklıdır. İlk beytin son bendinin her bendin sonunda aynen
yinelendiği muaşşerlere "mütekerrir muaşşer" denir.
Bendlerin son beytinin ilk bendin uyağına uygun olarak her bendde
değişmesiyle yazılan muaşşerler ise "müzdeviç muaşşer"
adıyla tanımlanır.
Muhammes
Aynı ölçüdeki beşer dizelik bendlerden oluşa nazım biçimi. İlk bendin 5
dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son bir ya da iki dizesi ilk
bend ile uyaklıdır. Son bir ya da iki dize, her bendin sonunda aynen
tekrarlanıyorsa bu muhammese "mütekerrir muhammes", bu
dizelerin ilk bend ile yalnızca uyak yönünden uyuştuğu muhammeslere ise
"müzdeviç muhammes" adı verilir. Bend sayısı 4-8
arasında değişir. Muhammeslerde çoğunlukla felsefi düşünceler, tasavvuf
konuları ele alınır.
Murabba
Aynı ölçüde dörder dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir.
Murabbalarda ilk bendin dört dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son
dizesi ilk bendle uyaklıdır. Son dizenin her bendin sonunda aynen
yinelendiği murabbalara "mütekerrir murabba" denir.
Her bendin son dizesi ilk bendle yalnızca uyak açısından benzeşiyorsa
murabba "müzdeviç murabba" diye tanımlanır.
Murabbaların uzunlukları 4-8 bend arasında değişir. Konuları çoğunlukla
dinsel ve didaktiktir. Övgü, yergi, manzum, mektup, mersiye gibi
türlerde yazılmışlardır. Murabbalarda her vezin kalıbı kullanılabilir.
Halk edebiyatımızdaki koşmalara benzerler.
Müseddes
Aynı ölçüde altışar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk
bendin bütün dizeleri birbirleriyle, sonraki bendlerin bir ya da iki
dizesi ilk bend ile uyaklıdır. İlk bendin son ya da son iki dizesi her
bendin sonunda yinelenirse "mütekerrir müseddes",
sonraki bendler ile ilk bend yalnızca uyak yönünden benziyorsa
"müzdeviç müseddes" adını alır. Müseddeslerin uzunluğu
5-8 bend arasında değişir. Konuları tasavvuf ve felsefedir.
Müstezat
Arapça ziyade sözcüğünden gelir. Bir gazelin her dizesine bir kısa dize
ekleyerek oluşturulan şiir biçimidir. Çoğunlukla aruzun
"mef’ulü/ mefailü/ mefailü/ feulün kalıbı kullanılarak
yazılırlar. Her dizeden sonra bu kalıbın ilk ve son birimleri olan
mef’ulü/ feûlün kalıbına uygun bir kısa dize söylenir. Eklenen bu kısa
dizeye ziyade denir. Ziyadeler dizeden sayılmadığı için iki uzun iki
kısa dizeden oluşan 4 dize bir beyit sayılır. Kısa dizeler okunsa da
okunmasa da beytin anlamı bir bütün oluşturur. Ziyadesi bir satırdan
fazla olan müstezatlar da vardır. Tez ziyadeli müstezatlara
"sade" çitf ziyadeli olanlara ise
"çift" adı verilir.
Şarkı
Divan şiirinde bestelenmeye uygun ölçü kalıpları ile yazılan ve
çoğunlukla 4 dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. Dörtlüklerden
kurulan musammat da denebilir. Murabbaya benzer. 5 ya da 6 dizelik
bendlerden de oluşabilir. Üçüncü dizeye meyan adı verilir. Ve bu dizenin
anlam bakımından daha özlü olmasına dikkat edilir. Dördüncü dizeye ise
nakarat denir. Aşk, sevgili, ayrılık, içki, eğlence gibi konularda
yazılır. Divan edebiyatının ilk şarkı yazarı Naîlî-i Kadîm’dir. 28
şarkısıyla Nedîm de bu türün en güzel örneklerini vermiştir.
b. Konularına göre nazım-nesir türleri
Din dışı şiir türleri
Bahariye
Baharın gelişini, doğadaki değişimleri, çiçeklerin açmasını,
kelebeklerin uçmasını konu edinen kasidelerdir. Dönemlerindeki büyük
kişilere sunulup ödüllendirilmek için yazılırlar. Hemen her divanda bir
bahariye bulunması geleneği vardır. Hemen her divan şairinin de bir
bahariyesi vardır.
Cemreviye
Divan şairlerinin cemre düşmesi nedeniyle dönemlerindeki büyük kişilere
sunmak için kaleme aldıkları kaside türüdür. Örneklerine az rastlanır.
Cemrenin bahar müjdecisi olması nedeniyle bir bahariye niteliği de
taşır. Cemreviyelere genellikle teşbib ile başlanır. Kasidenin diğer
bölümlerinde bir değişiklik yapılmaz.
Fahriye
Divan şairlerinin kendilerini ya da bir başka şair ya da kişiyi
övdükleri şiirlerdir. Genellikle kaside türünde yazılırlar. Fahriye aynı
zamanda kasidelerde şairlerin kendileriini övdükleri beyitlerin
bulunduğu beşinci bölüme verilen isimdir.
Mersiye
Bir ölünün ardından duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak, ölen kişiyi övmek
amacıyla kalema alınan düzyazı ya da şiirdir. Kutsal günlerde, ölüm
törenlerinde mersiye okuyan kişiye de mersiyehan denir. Lirik bir
anlatımın egemen olduğu manzum mersiyeler genellikle terkib-i bend
biçiminde yazılır. Ayrıca kaside ve terci-i bend biçiminde yazılmış
manzum mersiyeler de vardır. Yahyâ Bey, Sami Fünûnî, Rahmî, Fazlî,
Nisîyi, Müdâmi’nin, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa için
yazdıkları mersiyeler gibi. Ayrıca savaşlarda kaybedilen yerler için
yazılan mersiyelere "vatan mersiyesi" denir.
Hayvanların ölümü için yazılmış mersiyeler de vardır.
Medhiye
Bir kimseyi övmek için genellikle kaside biçiminde yazılan şiir ya da
düzyazıdır. Az olmakla birlikte gazel, mesnevi, musammad gibi nazım
biçimlerinde mediyeler de vardır. Padişah, vezir, şeyhülislam gibi
devlet ileri gelenleri ya da halifelerle, başka din ve tarikat büyükleri
için yazılmışlardır. Bu türün en güzel örneğini Nef’î vermiştir.
Gazavatname
Gazaname olarak da bilinir. Ordunun akınlarını, savaşları,
kahramanlıkları, zaferleri anlatılan düz yazı ya da şiir biçimindeki
edebi türdür. Arap edebiyatında "magazi" diye bilinir.
Türk edebiyatında ilk gazavatname örnekleri 15. yüzyılda yazılmaya
başlanmıştır. Kâşîfi’nin Gazaname-i Rum’u bu türün örnekleri
arasındadır.
Sahilname
Divan şairlerinin İstanbul kıyıları ile buralardaki yerleşim yerlerini,
yaşayış biçimlerini anlattıkları şiirlerinin genel adıdır. Örneklerine
az rastlanır. Genellikle mesnevi biçiminde yazılmışlardır.
Sâkiname
Divan edebiyatında gerçek ya da mecaz anlamıyla içki ve içki alemlerinin
övülerek anlatıldığı şiir türü. Mesnevilerin bölüm sonlarında bazen
sakiname başlığıyla iki beyitlik küçük parçalar olarak yer alır. Türk
edebiyatında 17. yüzyılda büyük gelişme gösteren sakinamelerin ilk
örneğini İşretname adlı yapıtıyla Revânî vermiştir.
Kıyafetname
İnsanların fiziksel görünümlerini esas alarak karakterlerini açıklamaya
çalışan eselerdir. Bu türün kıyafet bilimiyle uğraşanlarına
"kayif" ya da "kıyafetşinas" adı
verilir. Divan edebiyatında kıyafetnamenin ilk örneği Hamdullah
Hamdi’nin ünlü Kıyafetname adlı eseridir. Bu eserde renk, boy, yanak,
saç, çene, sakal, parmak gibi 26 başlık altında karakter tahlilleri yer
alır. Nesîmi’nin Kıyafet-ül Firase’si de önemli bir örnektir.
Surname
Şehzadelerin sünnet, kadın sultanların evlenmeleri nedeniyle yazılan
şiir ya da düzyazı biçimindeki eserlerdir. Yazıldıkları dönemin
toplumsal yaşamına ilişkin bilgiler de verdikleri için tarihi bir
özellik taşırlar. Genellikle mesnevi ya da kaside türündedirler.
Figani’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın oğullarının sünnetini anlattığı
Suriyye Kasidesi türün en iyi örneğidir.
Hamamname
Hamamları, hamam eğlence ve sohbetlerini, hamamdaki güzelleri betimlemek
için yazılan kaside, gazel, mesnevi gibi nazım eserlerdir. Divan
edebiyatına ilk kez Deli Birader lakabıyla tanınan Gâzalî’nin
Beşiktaş’taki bir hamamı anlatan şiiri ile girmiştir.
Şehrengiz
Bir kenti ve o kentin güzelliklerini anlatan eserlerdir. Daha çok klasik
mesnevi biçiminde kaleme alınan bu yapıtlar tevhid, münacaat, na't gibi
bölümlerle başlar. Daha sonra kentle ilgili bilgiler verilir ve kente
övgü düzülür. Bazen bahar ve doğa betimlemeleri yapıldıktan sonra kentin
güzellikleriyle ilgili beyitlere geçilir. Divan edebiyatında ilk
şehrengizi yazan Priştineli Mesihi’dir.
Hicviye
Bir kişiyi, kurumu, toplumsal olayı, geleneği yeren söz, düzyazı ya da
şiir türüne verilen addır. Hicviye, gazel, kaside, murabba, muhammes
gibi nazım biçimleriyle yazılmıştır. Divan edebiyatında en önemli
hicviyelerden biri Nef’î’nin Siham-ı Kaza’sıdır.
ÖRNEK:
KITA
Şimdi hayl-i suhan-verân içre
Nef’î mânendi var mı bir şair
Sözleri Seba-i Muallâka’dır
İmrülkays kendidir kâfir
Şeyhüslam Yahyâ
(Şair, "şairler içinde Nef’î'nin bir eşi yoktur. Onun şiirleri
Kabe’nin duvarlarına asılan şiirler gibi güzeldir ve sanki o kafir,
İmrülkays’ın ta kendisidir" diyor. Kafir aynı zamanda beğenmeyi
ifade eder. Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi över gibi görünüyor ama
"Seba-i Muallâka" Kabe henüz putperestlerin elinde
iken oraya asılan şiirlerdir. İmrülkays ise şiirleri Kabe’de asılı ve
müslüman olmayan bir şair. Sonuçta Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi
"kafirlikle" suçluyor.)
KITA
Bize kâfir demiş mütfî efendi
Tutalım ben anca diyem Müselmân
Varılınca yarın Rûz-i Cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalan
Nef’î
(Nef’i de bu kıtayla Şeyhülislam Yahyâ’ya yanıt veriyor. "Müftü
efendi bana kafir demiş. Tutalım ben de ona Müslüman diyeyim. Ama yarın
Rûz-i Ceza’da ikimiz de yalancı çıkarız. Çünkü kafir olan
kendisidir.")
Hezliyat
Alaylı bir dille kaleme alınmış nazım türüdür. Kaba şakalara,
taşlamalara ve sövgülere yer verilir. Hezeliyat olarak da bilinir.
Hezliyatta zarif bir nükte ya da güzel bir manzum bulunur. Konu şakayla
karışık alaylı bir dille anlatılır. Nev’izade Atai’nin Bahayi-i Küfri
eseri bu türün örneğidir. Bayburtlu Zihni’de hezliyatın usta
şairlerindendir.
Tarih düşürme
Önem verilen bir olayın, yılını göstermek üzere ebced hesabıyla bir
cümle, biz dize ya da beyit söyleme sanatıdır. Tarih dizesinin bütün
harfleri hesaplanarak söylenenlere tarih-i tam, yalnız noktalı harfler
hesaplanacaksa tarih-i mücevher, yalnız noktasız harfler esas alınacaksa
tarih-i mühmel denir. Bazen dizedeki harflerin sayı değerlerinin
toplamı tarihi tam olarak göstermez. Bu tür tarihlere de tamiyeli tarih
denir.
Muamma
Belli kurallara göre düzenlenip çözülebilen ve yanıtı tanrının
sıfatlarından biri ya da bir insan adı olan manzum bilmecedir. Muamma
beyit, kıta gibi küçük nazım biçimleriyle yazılır. Ama mesnevi
parçalarıyla yazılmış muammalara da rastlanır. Ali Şir Nevai, Fuzûlî,
Nâbî, Kınalızade Ali Efendi, Sümbülzade Vehbi ve Fitnat Hanım’ın yazdığı
çok sayıda muamma vardır. Edirneli Emrî Çelebi ise 600'den fazla
muammasıyla bu alanın en ünlü şairidir. Örnek:
Bende yok sabr ü sükûn sende vefâdan zerre
İki yoktan na çıkar fikr idelim bir kerre
Nâbî
(Bu beyitte yok anlamına gelen iki edat var. Bunlar
"nâ" ve "bî". Bu edatlar bize
beyitteki ismi veriyor. Yani Nâbî.)
Lugaz
Herhangi bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan
manzum bilmecedir. Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur.
Muamma’dan farkı konusunun daha geniş olmasıdır. Çoğunlukla soru
biçiminde düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin
ipuçlarının bulunmasıdır. Divanların son bölümlerine konur. Eğlendirici
ve öğretici olanların yanısıra öğretici ve dinsel lugazlar da vardır.
Lugazlar yazarlarının imzasını taşıdığından halk edebiyatındaki
bilmeceden ayrılır. Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne
gördüm", "Ol nedir kimdir" ya da
"Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar.
Örnek:
Nedir kim ol iki yüzlü münâfık
Nümâyan çihresinde levn-i âşık
Gezer dünyayı hem bî-dest ü pâdır
Mukim-i hâne-i ehl-i gınâdır
Teâl-Allah nedir anda bu kudret
Yemez içmez virir dünyaya nî’met
Gehi Müslim kıyâfetle be-didâr
Gehi şekl-i firengide nümûdâr
Kırılsa pâre pâre olsa amma
Zarar gelmez ana bir türlü kat’â
Yatar zir-i zemînde hâke yek-sân
Semâda adıdır mihr-i dirahşân
Eğer kim olmasaydı kalbi fasîd
Cihânda olmaz idi kadri kâsid
Yeter vasf eyledin ol bî-vefâyı
Yanından gitmese virmez safâyı
Sünbülzade Vehbî
(Şair bu lügazda "altın"ı anlatıyor.)
Dariye
Divan şiirinde ev ile ilgili kasidelere dariye adı verilir. Divan
şairlerinin caize (armağan alma) amacıyla ortaya çıkan fırsatçılıkları
sonucu gelişmiş bir türdür. Bazıları gazel tarzında da yazılmıştır. Yeni
yaptırılan köşk, saray, yalı benzeri binalar için yazılır. Şair eserden
çok az bahseder hemen yaptıranı övmeye geçer. Binalar için hazırlanan
kitabeler de bir tür dariye sayılır.
Rahşiye
Atlar için yazılmış kaside. Nesib bölümünde atlar övülür. Nef’î’nin IV.
Murad’ın atlarını övdüğü rahşiyesi meşhurdur. Örnek:
Bâreka’llâh zih’i rahş-i humâyun-sîmâ
Ki komuş nâmını sultân-ı cihan bâd-ı sabâ
Ne sabâ sâika dersem yaraşır sür’atte
Ki seğirdikten ana sâyesi ile pâ-der-pâ
Bırakır anı dahi sâyesi gibi yolda
Olsa ger şâtır-ı endişe ile pâ-der-pa
Düşmeden sayesi hak üzre eder âlemi
Sehv ile rakibi göserse ihâna irhâ
Kuş yetişmez der idim olmasa tayyâr eğer
Eremez gerdine zîrâ ki ne sarsar ne sabâ
Nef'î
Dini konulardaki türler
Tevhid
Tanrının birliğini ve ululuğunu anlatan şiirlere tevhid denir.
Genellikle kaside biçiminde yazılırlar. Tevhidde tanrının büyüklüğü,
sıfatları, kudretinin sonsuzluğu, tasvir ve hayal edilebilen şeylerden
soyutlanması, hiçbir şeyin ona eş ve benzer olamayışı, bütün kudret ve
ilimlerin ona ait oluşu gibi özellikler sanatlı bir üslupla anlatılır.
Tanrı karşısında kulun acizliği vurgulanır. En ünlü tevhid manzumesini
Nâbî yazmıştır.
Münacat
Konusu tanrıya yakarış olan şiir. Genellikle kaside, ender olarak da
gazel, kıta, mesnevi biçiminde yazılmıştır. Türk edebiyatına 13.
yüzyıldan sonra girdi. Divan şairlerinin genellikle divanlarının başına
koydukları münacatların temel konusu, zayıf ve çaresiz durumdaki insanın
yüce ve güçlü tanrıya yalvarıp ondan yardım istemesidir.
Na’t
Hazreti Muhammed’i övmek amacıyla yazılmış şiirlerdir. Hazreti
Muhammed’in çeşitli özellikleriyle mucizelerinin dile getirildiği bu
şiirler daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır. Na’t’lara divanların
başında tevhid ve münacaatlardan sonra yer verilmiştir. Na’t yazmakla
ünlü kişilere na’t-gü, özel dinsel törenlerde na’t okuyanlara ise
na’t-han denir. Fuzuli’nin "Su Kasidesi divan edebiyatının en
tanınmış na’t’ıdır. Türk tasavvuf müziğindeki bir form da bu adla
bilinir.
Maktel-i Hüseyin
Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini konu alan ve acıklı bir
üslupla yazılan eserlerin tümüne verilen isimdir. Daha çok Şii yazarlar
tarafından kaleme alınmıştır. Lirik-didaktik bir üslupla ve yalın bir
dil kullanılarak yazılmışlardır. Türk edebiyatındaki en en önemli
Maktel-i Hüseyin, Fuzûlî’nin yazdığı Hadikatü’s-Süeda adlı eserdir.
Miraciye
Hazreti Muhammed’in göğe yükselişini konu alan edebi yapıtlardır. Tek
başına bir kitabın konusunu oluşturabildiği gibi, eserler içinde
bölümler halinde de yer alır. Genellikle kaside ve mesnevi şeklinde
yazılmıştır. Miraciyelerde coşkulu bir söyleyiş, didaktik özellikler ve
sanatlı bir üslup egemendir. Cumhuriyet döneminde Abdullah Azmi Yaman’ın
yazdığı Miraciye bu türe örnektir.
Hilye
Hazreti Muhammed’in fiziksel ve kişisel özellikleriyle örnek
davranışlarını konu alan eserlere "hilye" denir.
Zamanla hilye'nin kapsamı genişlemiş halifeler için de hilyeler
yazılmıştır. Divan edebiyatında bu türün ilk örneği Hakani’nin Hilye-i
Hakani’sidir. Zamanla hilyelerin levhalara hattatlar tarafından
yazılması geleneği de ortaya çıkmıştır.
Mevlid
Hazreti Muhammed’in doğumunu ve kısaca yaşamını övgüyle anlatan
yapıtlardır. Dinsel Türk müziğinin doğaçlama türlerinden biri de bu
isimle bilinir. Mevlidler çoğu zaman mesnevi biçiminde düzenlenmiş,
halkın anlayabileceği yalın bir dille yazılmıştır. İlk özgün mevlid
Ebu’l-Cevzi tarafından yazılmıştır. İlk Türkçe mevlid ise Süleyman
Çelebi’nin eseri olan Vesiletü’n-Necat’tır.
Kırk hadis
Belli bir konu çerçevesinde toplanmış 40 hadisten oluşan yapıtlara
verilen isimdir. Hadis-i erbain ya da erbaun olarak da bilinir.
Hadislerin belli başlı konuları Kur’an’ın erdemleri, İslamın şartları,
Hazreti Muhammed ve sahabesi, zikir, dua, salat ve selam, ziyaret, bilim
ve bilgin, siyaset, hukuk, toplumsal, ahlaki yaşam ve tıptır. Divan
edebiyatında hat kaygısıyla yazılmışlardır.
Menkıbname
Ya da menakıbname olarak adlandırılır. Kahramanların, din büyüklerinin,
tarikat kurucularının, ermişlerin olağanüstü yaşamlarını ve
kerametlerini anlatan yapıtlardır. Türk edebiyatında 100’ü aşkın
menkıbname yazılmıştır. Bu yapıtlar içerik yönünden ya bir tarikatla
ilgilidir, örneğin Sakıb Bey’le Mustafa Dede’nin Sefine-i Nefise adlı
eseri gibi. Ya da bir ermişi konu edinir, örneğin Müstakimzade Süleyman
Saddedin’in Menkıb-ı İmam-ı Azam’ı gibi.
Kıssa
Öğüt verici ve öğretici öykü, fıkra, masal, menkıbe türü eserlere kıssa
adı verilir. Çoğul söylenişi kısas’tır. Kıssa anlatanlara kıssa-han ya
da kıssa-gü denir. En yaygın örnekleri peygamberlerle ilgili kıssaları
anlatan kitaplardır. Divan edebiyatında Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı
Enbiya ve Tevarih-i Huleyfa adlı kitabı önemli bir kıssa örneğidir.
Divan edebiyatında daha çok mesnevi türünde kaleme alınmışlardır.
Düzyazı biçimli kıssalar da vardır. Bunlarda kullanılan dil çok daha
sadedir.
DÜZYAZI BİÇİMLERİ
Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü
düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil
kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis
açıklamaları bu türde yazılmıştır.
Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe
genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıca’yı iyi bilen yazarlar
yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze
çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir.
Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir. Bu türün ilk
klasik örneğini, 16. yüzyılda Aşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19.
yüzyılda Fatih Efendi’ye değin sürmüştür.
Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik
yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin özellikleri, söz ve anlam
oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ve içeriğin ön
planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din
kitapları bu türde yazılmıştır.
Din dışı konularda düz yazı
Tezkire
Ünlü kişilerin yaşam öykülerinin toplandığı yapıt. Şairlerin yaşam
öykülerini anlatanlara Tezkiretü’ş-şuara ya da tezkire-i şuara, din
adamlarının yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l evliya, hattatların
yaşam öykülerini anlatanlana tezkiretü’l-hattatin, bilginlerin yaşam
öykülerini anlatanlara tezkire-i ilmiye, Halvetiye tarikatı şeyhlerinin
yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l- halvetiye, müzikçilerin yaşam
öykülerini anlatanlara tezkire-i musikişinasan denir. Tezkireler ilk kez
İran edebiyatında ortaya çıktı. Türk edebiyatının ilk
tezkiretü'ş-şuara’sını Ali Şir Nevai Mecalisü'n-Nefais adıyla yazdı.
Tarih
Geçmiş olayları, geçmiş belli bir dönemi, belli bir kişi ya da kahramanı
çevresi ve dönemiyle birlikte anlatan sanatlı düzyazı türüdür.
Sefaretname
Siyasal bir görevle yurtdışına gönderilen elçilerin ya da bunların
yanlarında bulunanların gittikleri yerin durumuna ve özelliklerine
ilişkin izlenimlerini, görüşlerini, olayları anlattıkları yapıtlardır.
En tanınmış örneklerden biri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin
Sefaretnamesi’dir.
Seyahatname
Yazarların gezip gördükleri yerlerden edindikleri izlenim ve bilgileri
aktardıkları edebi eserlerin tümüne seyahatname denir. Temel amaç,
yurtdışı ya da içinde gezilen yerlerin doğal güzelliklerini, toplumsal
yaşamlarını, gelenek ve göreneklerini tanıtmaktır. Seyahatnameler çoğu
kez tarihsel birer yapıt olarak görülür. Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si
bu türe güzel bir örnektir.
Siyasetname
Devlet adamlarına yöneticilik sanatına ilişkin bilgiler veren edebi
yapıtların genel adıdır. Genel olarak hükümdarlar için kaleme alınmış
olan siyasetnamelerde onların sahip olması gereken nitelikler,
saltanatın koşulları ve kuralları anlatılır. İdeal bir devlet örgütünün
nasıl olması gerektiği belirtilir. Ve kötü yönetimlerin zararlı
sonuçları açıklanarak, yöneticiler uyarılır. Vezirler ve emirler için
yazılmış siyasetnameler de vardır. Siyasetnamelerin en ünlüsü Selçuklu
veziri Nizamülmülk’ün Melikşah’ın isteği üzerine kaleme aldığı
Siyasetname’dir. Türk edebiyatının en önemli siyasetnamesi ise Yusuf Has
Hacib’in Kudatgu Bilig adlı kitabıdır.
Münazara
Karşıt iki öğenin ya da karşıt iki görüşün karşılaştırıldığı
yapıtlardır. Şiir ya da düzyazı olarak yazılabilir. Ya da her iki türden
bölümler içeren münazaralar da vardır.
Münşeat
Mektuplardan ya da çeşitli konulardaki düzyazılardan oluşan yapıt.
Kapsamına göre üçe ayrılır. Resmi yazılardan oluşan münşeatlar,
genellikle devlet büyüklerince kaleme alınan çeşitli konulardaki
düzyazılardır. Her türden kişiye yönelik yazı türlerinin başlıklarını,
son sözlerini, bu yazılara uygun düşecek tümceleri, kullanmaları bir
araya getiren münşeat. Ve son olarak şairlerin mektuplarından oluşan
münşeatlar.
Din konulu düz yazı
Evliya tezkiresi
Din ulularının gerçek ya da efsaneleştirilmiş yaşam öyküleri ile
kerametlerini anlatan yapıtlardır. İçinde İslam velilerinin yaşamlarına
ilişkin bilgilerin yanında vaazlar ve ahlaki öğütler de yer alır. Sinan
Paşa’nın Tezkiretü’l-Evliya adlı eseri ile Ahmed Hilmi’nin Ziyaret-i
Evliya adlı yapıtları bu türün divan edebiyatımızdaki başlıca
örnekleridir.
Kısas-ı enbiya
Peygamberlerle ilgili kıssaları içeren yapıtların genel adıdır. İlk
kısas-ı enbiya Kısai’nin 9. yüzyılda yazdığı Kitabü Kısasi’l-Enbiya adlı
eseridir. Türkçe kısas-ı enbiya kitapları arasında Rabguzi’nin 1310’da
Çağatay Hanı Termaşir’in emiri Nasuriddin Tokboğa’nın emriyle yazdığı
Kısasü’l-Enbiya ve Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı-Enbiya ile Tevarih-i
Hulefa adlı eserleri sayılabilir.
Siyer
Hazreti Muhammed’in yaşam öyküsünü ya da halifeler ve hükümdarların
savaş ve barış dönemlerindeki uygulamalarını, ululararası ilişkileri
konu edinen düz yazı biçimidir.
Salı Tem. 19, 2011 2:24 pm tarafından glewci
» Xara3d5 3 boyutlu yazi yazma programi (dj isimleri yazmak icin şahane)
C.tesi Nis. 16, 2011 10:24 am tarafından erhan2188
» Hareketli Avatar Yapımı
C.tesi Mart 12, 2011 9:47 pm tarafından (fog)'(x)
» Sjsro 11d'li Media.pk2...!!
C.tesi Mart 12, 2011 1:26 pm tarafından womekan
» Pet (Horse, Wolf, Kervan vs.) Auto Pot.
Salı Şub. 15, 2011 5:11 pm tarafından wiar01
» Silkroad'ı 3D Oynayın! Bir İlk :)
Perş. Şub. 03, 2011 4:38 pm tarafından Fleyd
» Kangurularla Apaçi
Perş. Şub. 03, 2011 3:35 pm tarafından (fog)'(x)
» EiffeL Kulesi Önünde Apaçi :)
Perş. Şub. 03, 2011 3:33 pm tarafından (fog)'(x)
» Apaçi Marşı- Bağlama&Gitar
Perş. Şub. 03, 2011 3:27 pm tarafından (fog)'(x)
» Apaçi Müziği - Gitar Versiyon
Perş. Şub. 03, 2011 3:21 pm tarafından (fog)'(x)