Mahalle Kahvesi
Kardeşim Hüseyin
Avni'ye
"Mahalle kahvesi!" Osmanlılar bilir ne demek?
Tasavvur
etme sakın "Görmedim nedir?" diyecek.
Dilenci şekline girmiş bu
"sinsi cânîler
Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler
Adımda
bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...
Zavallı yolcunun artık kıyar
bütün gününe!
Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;
Fakat bir
onluğa âgûş açan sefâletini
Görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa,
hemen
Vurur şikânnı tâ kalbinin samîminden.
Mahalle kahvesi hâlâ
niçin kapanmamalı?
Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!
Hayır,
bu perde, bu Şark'ın bakılmıyan yarası;
Bu, çehresindeki levsiyle
yurda yüz karası
Hayâtımızda gediktir "gedikli" nâmıyle,
Açık
durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!
Sakın firengiye benzetmeyin
fecâ'atini:
Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.
Mahalle
kahvesi Şark'ın harîm-i kâtilidir
Tamam o eski batakhâneler
mukâbilidir:
Zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;
Söner bu
hufrede idrâki, sonra kendi ölür:..
Muhît-i levsine dolmuş ki öyle
manzaralar:
Girince nûr-i nazar simsiyâh olur da çıkar!
Yatarzemîn-i
sefilinde en kesîf eşbâh,
Yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh.
Dehân-ı
lâ'nete benzer yarıklarıyle tavan,
Kusar içinde neler varsa
hâtırâtından!
0 hâtırâtı sakın sanmayın: Meâlîdir;
Bütün rezâil-i
târîhimizle mâlîdir.
Neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalnız,
Mülevvesâtına
mâzîmizin sarılmadayız?
Kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın?
Hayır,
o nesl-i necîbin, o şanlı evlâdın
Damarlarında şehâmet yüzerdi kan
yerine;
Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.
Fakat biz onlara
âid ne varsa elde, yazık,
Birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!
Bütün
heyâkil-i san'at yetiştiren Şark'ın,
Zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra
döndü bakın!
Ne hastahânesi kalmış zavallı eslâfin,
Ne bir
imâreti, bitmiş elinde ahlâfin.
Kanallann izi yok köprüler harâb
olmuş;
Sebillerin başı boş, çeşmeler serâb olmuş!
O kahraman
babalardan doğan bu nesl-i cebîn
Ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i
yemîn.
Azâb içinde kalır sa'yi görse rü'yâda.
Niçin yorulmalı
zâten "ölümlü dünyâ "da?
Vücud emânet-i Hak doğru, hem de cennetlik.
Bu
kahveler gibi Cennet de müslimîne gedik!
"Hayât-ı âile" isminde
bir ma'îşet var;
Sa'âdet ancak odur... Dense hangimiz anlar ?
Hayât-ı
âile dünyâda en safâlı hayat,
Fakat o âlemi bizler tanır mıyız?
Heyhat!
Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
Evinde akşam
otursan kemâl-i izzetle;
Karın, çocuklann, annen, baban, kimin varsa,
Dolaşsalar;
seni kat kat bu hâleler sarsa,
Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz
mı?
İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?
Karın nedîme-i
rûhun; çocukların rûhun
Anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.
Sıkıldın
öyle mi! Lâkin, biraz alışsan eğer
Fezâ kadar sana vâsi' gelir bu
dar çember.
Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?
Gelin de
bir bakalım... Buyrun işte bir kahve:
***
Çamurlu bir kapı,
üstünde bir değirmi delik;
Önünde tahta mı, toprak mı? Sonna, pis bir
eşik.
Şu gördüğüm yer için her söylesem câiz;
Ahırla farkı: O
yemliklidir, bu yemliksiz!.
Zemîni yüz sene evvel döşenme malta
imiş..
"İmiş "le söylüyorum. Çünkü anlamak uzun iş
O bir karış
kirin altında hângi mâden var?
Tavan açık kuka renginde; sağlı sollu
duvar,
Maun cilâsına batmış tütünle nargileden;
Duman ocak gibi
çıkmakta çünkü her lüleden.
Dikilmiş ortaya boynundan üstü az koyu
al,
Vücûdu kapkara, leylek bacaklı bir mangal.
Şu var ki bilmeyen
insan görürse birden eğer,
"Balıkçılın kara saçtan yapılma heykeli!"
der:
Kenarda, peykelerin alt başında bir kirli
Tomar sürükleniyor,
bir yatak ki besbelli:
Çekilmiş üstüne yağmurluğumsu bir pırtı,
Zavallının,
güveden, lîme lîme hep sırtı.
Kurur bu örtünün üstünde yağlı bir
mendil;
Ki "bir tependen inersem!" diyen hasır zenbil;
Onun
hizâsına gelmez mi, bir döner çöyle,
Sicimle kulpuna ilmikli çifte
mestiyle!
Duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk,
İçinde camlı
dolap var ya, raflarında ne yok!
Birinci katta sülük beslenen büyük
kavanoz;
Onun yanında kan almak için beş on boynuz.
İkinci katta
bütün kerpetenler, usturalar...
Demek ki kahveci hem diş tabîbi, hem
perukâr!
İnanmadınsa değildir tereddüdün sırası;
Uzun lâkırdıya
hâcet ne? İşte mosturası;
Çekerken etli kemiklerle aynlıp çeneden,
Sonunda
bir ipe, boy boy, onar onar, dizilen,
Şu kazma dişleri sen mahya
belledinse, değil;
Birer mezâra işâret düşün ki her kandil!
Üçüncü
katta durur sâde havlu bohçaları.
Sağında cam dolabın hücre hücre
bitpazarı.
Duvarda türlü resimler: Alındı Çamlıbeli,
Kaçırmış
Ayvaz'ı ağlar Köroğlu rahmetli!
Arab Üzengi ye çalmış Şah İsmail
gürzü;
Ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü.
Firaklıdır
Kerem'in "Of?" der demez yanışı,
Fakat şu "Ah mine'l-aşk"a kim durur
karşı?
Gelince Ezrakabânû denen acûze kadın
Külüngü düşmüş elinden
zavallı Ferhâd'ın!
Görür de böyle Rüfâî'yi: Elde kamçı yılan,
Beyaz
bir arslana binmiş; durur mu hiç dede can?
Bakındı bak Hacı
Bektâş'a: Deh demiş duvara!
Resim bitince gelir şüphesiz ki beyte
sıra.
Birer birer oku mümkünse, sonra ma'nâ ver...
Hayır, hülâsası
kâfi, yekûnu ömre sürer:
Bedâhaten kusulan herze pâreler ki düşün,
Epey
zaman daha lâzımdı herze olmak için!
Oturmadan içi yağ bağlamış
bodur masanın,
Yayılmış üstüne birçok kâğıt ki, oynayanın,
Elinde
yağlı meşin zannedergörünce adam.
Ya tavlanın kiri? Kâbil değildir,
anlatamam.
Harîta-vâri açılmış en orta yerde dama;
Beyaz mı
taşları, yâhud siyah mı, hiç sonna!
Hutûtu: Gâyr-i muayyen hudûdu
memleketin:
Nazarda haylice idman gerek ki fark etsin ;
Deliklerindeki
pislik lebâleb olsa, yine,
Bakınca bunlara gâyet temiz kalır domine.
Delikli
çekmece var ha! Demirbaş eşyadan;
Yanında bir de kulaksız tekir..
Unutma aman!
Asıldı bey koza!
-Besbelli, bak sırıttı aval;
-
Bacak elinde mi?
- Kır, Hamdi sen de dağlıyı al.
-Ulan! Kapakta
imiş dağlı... Hay köpek oğlu köpek!
-Köpek oğlu kendine benzer, uzun
kulaklı eşek!
-Sekizli, onlu, ne çektinse ver de oryayı tut.
-Halim,
ne uğraşıyorsun bu çıkmaz işte: Kaput!
- Cihâr ü yek mi o taş?
-Hiç
sıkılma öldü dü-şeş!
-Elimde yok mu diyor? Çek babam!
Aman
şeş-beş!
- Hemen de buldu be? Gelsin hesaplayıp durma!
- Bi parti
yendi ya akşam, dikiz gelin kuruma!
- Dü-beşle bağlıyorum.
-Yağma
yok!
-Elindeki ne?
-Se-yek.
Aman durun öyleyse: Penc ü yek
domine!
-Mızıkçı dendi mi, sensin diyor, bakın ağalar:
Kırık
mı söyleyin Allâh için Şu cânım zar?
-Kırık!
-Değil!
Alimallah
kırık!
-Değil billâh
-Yeminsiz oynıyamazlar ki, ah çocuklar ah!
-Karışmasan
için olmaz değil mi? Sen de bunak!
-Gelirsem öğretirim şimdi...
Ay
şu pampine bak!
Gelip de öğretecekmiş... Mezarcı Mahmud'a git!
Bir
üflesen gidecek ha... Tirit mi sâde tirit!
-Zemâne piçleri! Gördün
ya, hepsi besmelesiz...
Ne saygı var, ne hayâ var. Eğer bizim işimiz,
Bu
kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!
-Herif belâya sokarsın
dırıldanıp durma!
-Mezarcı Mahmud'a git ha? Bakın it oğluna bir!
Küfürbaz
alçak, edepsiz, Bu söylenir mi Bekir?
-Yolunca terbiye verdin ya
âferin Hasan Ağa?.
-Bıraksalar beni, çoktan marizlemiştim ya!
Mezarcı
Mahmud'a ha? Vay babasının canına.
Bunun yaşında iken biz büyüklerin
yanına,
Okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;
Otur,
demezseler elpençe sâde dinlerdik;
Hayır, bu böyle değildir demek, ne
haddimize!
Evet, desek bile derlerdi: Sus behey geveze
-Otuz
yaşında idim belki; annesiz, dışarı
Kolay kolay çıkamazdım: Döverdi
çünkü karı!
Bugün, onaltıyı doldurmamış yumurcaklar,
Odun yemez
iyi bil ha! Geberse karşı koyar.
Geçende dövmek için yoklayım dedim
Kerim'i...
Bırak! Eşek değilim ben, deyip dikilmez mi?
Dayak
eşekler içinmiş, adam dövülmezmiş..
Ya biz, sözüm ona, merkeb miyiz
Bekir, bu ne iş?
Döverdiler bizi hergün de karşı koymazdık...
Ben
öyle terbiye oldum... Kolay mı insanlık?
-Dokundurur mu, ne mümkün,
eloğlu hiç adama?
O müslümanları sen şimdi, hey kuzum arama!
Gürültüsüz
oyun isterseniz gelin damaya:
Zavallı, açmaza düşmüş... Bakın
hesaplamaya!
Oyuncunun biri dalgın, elinde taş duruyor;
Rakîbi
halbuki lâ yenkâtı' bıyık buruyor.
Seyirciler mütefekkir, güzîde bir
tabaka;
Düşrünmelerdeki şîveyse büsbütün başka:
Kiminde el, filân
aslâ karışmıyorken işe,
Kiminde durmadan işler benân-ı endîşe.
Al
işte: "Beyne burundan gerek, demiş de, hulûl"
Taharriyât-ı amîkayla
muttasıl meşgûl!
Mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam:
Zemîne
dâire şeklindeki yaydı bir balgam;
Abanmış olduğu bir yamrı yumru
değnekle,
Mümâslar çekerek soktu belki yüzşekle!
Ayak teriyle
cilâlanma tahta peykelere,
Külâhlı, fesli dizilmiş yığın yığın çehre:
Nasîb-i
fikr ü zekâdan birinde yok gölge;
Duyulmamış bu beyinlerde his denen
meleke!
Aman canım, şu bizim komşu amma uğraşıcı!
-Ne belledin ya
efendim? Onun bir ismi Hacı!
-Çocuğu, ha mektebe verdim, ha
vermedimdi diye,
Sokak sokak geziyor...
-Koymuyor mu medreseye?
-Koyar
mı hiç?Arabî şimdi kim okur artık?
-Evet, gâvurcaya düştük de sanki
iş yaptık!
-Binâ'ya üç sene gittimdi hey zamanlar hey
İlim de
kalmadı...
-Zâten ne kaldı? Hiçbirşey.
- Mahalle mektebi lâzımdır
eski yolda bize;
Sülüs, nesih bitiyor yoksa hepsi. Keyfinize!
-On
üç yaşında idim aldığım zaman ketebe.
Geçende, sen ne bilirsin? demez
mi bir zübbe?
Dedim, oğlan seni gel ben bir imtihân edeyim,
Otur
da yap bakalım şöyle bir kıyak temmim.
-Nasıl, becerdi mi?
-Kâbil
mi! Rabbi yessir'i ben,
Tamam beş ayda değiştimdi kalfamız sağ iken.
-Nedir
elindeki yâhuu?
-Ceride.
-At şu pisi.
-Neden?
-Yalan
yazıyor, oğlum, onların hepisi.
-Ya doğru yazsa asarlar... Ne oldu
Volkan'cı,
Unuttunuz mu?
-Bırak boşboğazlık etme Hacı?
Şu
karşıdan gözeten fesli, zannım ağzıkara...
-Hayır, demem o değil...
-Durma
sen belânı ara!
-Canım lâtife yapar, bilmiyor musun Ömer'i?
-Biraz
rahatsızım Ahmed, yakın benim feneri!
Duyuldu bir iri ses,
arkasından istiğfâr...
Meğer geğirti imiş.
-Pek şifâlı şey şu
hıyar.
Cacık yedin mi, ne hikmet, hazır hemen teftîh...
-Evet
şifâlı yemiştir...
-Yemiş mi? Lâ-teşbîh.
-Günâha girme. Tefâsîrde
öyle yazmışlar...
Dayım demişti ki: Gördüm, hıyar hadiste de var:
-Hasan
, bizim yeni dâmad ne oldu anlamadık
Görünmüyor?
-Karı
koyvermiyor. Herif, kılıbık.
-Evinde çan çan eden erkeğin de aklına
şaş...
Laf anlamaz dişi mahluku, durma sen uğraş.
-Kim uğraşır a
babam, bunca yıllık ehlim iken,
Adem hesabına koymam bizim köroğlunu
ben.
........................
........................
Tavanın
pervazı altındaki toprak yuvadan,
Bakıyor bunlara, yan yan, iki çifte
ince nazar:
"Ya sizin bir yuvanız yok mu?" diyor anlaşılan,
Dişi
erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar
Eklenme Tarihi:
26.11.2000
Mehmet
Akif Ersoy
Kardeşim Hüseyin
Avni'ye
"Mahalle kahvesi!" Osmanlılar bilir ne demek?
Tasavvur
etme sakın "Görmedim nedir?" diyecek.
Dilenci şekline girmiş bu
"sinsi cânîler
Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler
Adımda
bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...
Zavallı yolcunun artık kıyar
bütün gününe!
Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;
Fakat bir
onluğa âgûş açan sefâletini
Görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa,
hemen
Vurur şikânnı tâ kalbinin samîminden.
Mahalle kahvesi hâlâ
niçin kapanmamalı?
Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!
Hayır,
bu perde, bu Şark'ın bakılmıyan yarası;
Bu, çehresindeki levsiyle
yurda yüz karası
Hayâtımızda gediktir "gedikli" nâmıyle,
Açık
durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!
Sakın firengiye benzetmeyin
fecâ'atini:
Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.
Mahalle
kahvesi Şark'ın harîm-i kâtilidir
Tamam o eski batakhâneler
mukâbilidir:
Zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;
Söner bu
hufrede idrâki, sonra kendi ölür:..
Muhît-i levsine dolmuş ki öyle
manzaralar:
Girince nûr-i nazar simsiyâh olur da çıkar!
Yatarzemîn-i
sefilinde en kesîf eşbâh,
Yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh.
Dehân-ı
lâ'nete benzer yarıklarıyle tavan,
Kusar içinde neler varsa
hâtırâtından!
0 hâtırâtı sakın sanmayın: Meâlîdir;
Bütün rezâil-i
târîhimizle mâlîdir.
Neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalnız,
Mülevvesâtına
mâzîmizin sarılmadayız?
Kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın?
Hayır,
o nesl-i necîbin, o şanlı evlâdın
Damarlarında şehâmet yüzerdi kan
yerine;
Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.
Fakat biz onlara
âid ne varsa elde, yazık,
Birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!
Bütün
heyâkil-i san'at yetiştiren Şark'ın,
Zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra
döndü bakın!
Ne hastahânesi kalmış zavallı eslâfin,
Ne bir
imâreti, bitmiş elinde ahlâfin.
Kanallann izi yok köprüler harâb
olmuş;
Sebillerin başı boş, çeşmeler serâb olmuş!
O kahraman
babalardan doğan bu nesl-i cebîn
Ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i
yemîn.
Azâb içinde kalır sa'yi görse rü'yâda.
Niçin yorulmalı
zâten "ölümlü dünyâ "da?
Vücud emânet-i Hak doğru, hem de cennetlik.
Bu
kahveler gibi Cennet de müslimîne gedik!
"Hayât-ı âile" isminde
bir ma'îşet var;
Sa'âdet ancak odur... Dense hangimiz anlar ?
Hayât-ı
âile dünyâda en safâlı hayat,
Fakat o âlemi bizler tanır mıyız?
Heyhat!
Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
Evinde akşam
otursan kemâl-i izzetle;
Karın, çocuklann, annen, baban, kimin varsa,
Dolaşsalar;
seni kat kat bu hâleler sarsa,
Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz
mı?
İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?
Karın nedîme-i
rûhun; çocukların rûhun
Anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.
Sıkıldın
öyle mi! Lâkin, biraz alışsan eğer
Fezâ kadar sana vâsi' gelir bu
dar çember.
Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?
Gelin de
bir bakalım... Buyrun işte bir kahve:
***
Çamurlu bir kapı,
üstünde bir değirmi delik;
Önünde tahta mı, toprak mı? Sonna, pis bir
eşik.
Şu gördüğüm yer için her söylesem câiz;
Ahırla farkı: O
yemliklidir, bu yemliksiz!.
Zemîni yüz sene evvel döşenme malta
imiş..
"İmiş "le söylüyorum. Çünkü anlamak uzun iş
O bir karış
kirin altında hângi mâden var?
Tavan açık kuka renginde; sağlı sollu
duvar,
Maun cilâsına batmış tütünle nargileden;
Duman ocak gibi
çıkmakta çünkü her lüleden.
Dikilmiş ortaya boynundan üstü az koyu
al,
Vücûdu kapkara, leylek bacaklı bir mangal.
Şu var ki bilmeyen
insan görürse birden eğer,
"Balıkçılın kara saçtan yapılma heykeli!"
der:
Kenarda, peykelerin alt başında bir kirli
Tomar sürükleniyor,
bir yatak ki besbelli:
Çekilmiş üstüne yağmurluğumsu bir pırtı,
Zavallının,
güveden, lîme lîme hep sırtı.
Kurur bu örtünün üstünde yağlı bir
mendil;
Ki "bir tependen inersem!" diyen hasır zenbil;
Onun
hizâsına gelmez mi, bir döner çöyle,
Sicimle kulpuna ilmikli çifte
mestiyle!
Duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk,
İçinde camlı
dolap var ya, raflarında ne yok!
Birinci katta sülük beslenen büyük
kavanoz;
Onun yanında kan almak için beş on boynuz.
İkinci katta
bütün kerpetenler, usturalar...
Demek ki kahveci hem diş tabîbi, hem
perukâr!
İnanmadınsa değildir tereddüdün sırası;
Uzun lâkırdıya
hâcet ne? İşte mosturası;
Çekerken etli kemiklerle aynlıp çeneden,
Sonunda
bir ipe, boy boy, onar onar, dizilen,
Şu kazma dişleri sen mahya
belledinse, değil;
Birer mezâra işâret düşün ki her kandil!
Üçüncü
katta durur sâde havlu bohçaları.
Sağında cam dolabın hücre hücre
bitpazarı.
Duvarda türlü resimler: Alındı Çamlıbeli,
Kaçırmış
Ayvaz'ı ağlar Köroğlu rahmetli!
Arab Üzengi ye çalmış Şah İsmail
gürzü;
Ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü.
Firaklıdır
Kerem'in "Of?" der demez yanışı,
Fakat şu "Ah mine'l-aşk"a kim durur
karşı?
Gelince Ezrakabânû denen acûze kadın
Külüngü düşmüş elinden
zavallı Ferhâd'ın!
Görür de böyle Rüfâî'yi: Elde kamçı yılan,
Beyaz
bir arslana binmiş; durur mu hiç dede can?
Bakındı bak Hacı
Bektâş'a: Deh demiş duvara!
Resim bitince gelir şüphesiz ki beyte
sıra.
Birer birer oku mümkünse, sonra ma'nâ ver...
Hayır, hülâsası
kâfi, yekûnu ömre sürer:
Bedâhaten kusulan herze pâreler ki düşün,
Epey
zaman daha lâzımdı herze olmak için!
Oturmadan içi yağ bağlamış
bodur masanın,
Yayılmış üstüne birçok kâğıt ki, oynayanın,
Elinde
yağlı meşin zannedergörünce adam.
Ya tavlanın kiri? Kâbil değildir,
anlatamam.
Harîta-vâri açılmış en orta yerde dama;
Beyaz mı
taşları, yâhud siyah mı, hiç sonna!
Hutûtu: Gâyr-i muayyen hudûdu
memleketin:
Nazarda haylice idman gerek ki fark etsin ;
Deliklerindeki
pislik lebâleb olsa, yine,
Bakınca bunlara gâyet temiz kalır domine.
Delikli
çekmece var ha! Demirbaş eşyadan;
Yanında bir de kulaksız tekir..
Unutma aman!
Asıldı bey koza!
-Besbelli, bak sırıttı aval;
-
Bacak elinde mi?
- Kır, Hamdi sen de dağlıyı al.
-Ulan! Kapakta
imiş dağlı... Hay köpek oğlu köpek!
-Köpek oğlu kendine benzer, uzun
kulaklı eşek!
-Sekizli, onlu, ne çektinse ver de oryayı tut.
-Halim,
ne uğraşıyorsun bu çıkmaz işte: Kaput!
- Cihâr ü yek mi o taş?
-Hiç
sıkılma öldü dü-şeş!
-Elimde yok mu diyor? Çek babam!
Aman
şeş-beş!
- Hemen de buldu be? Gelsin hesaplayıp durma!
- Bi parti
yendi ya akşam, dikiz gelin kuruma!
- Dü-beşle bağlıyorum.
-Yağma
yok!
-Elindeki ne?
-Se-yek.
Aman durun öyleyse: Penc ü yek
domine!
-Mızıkçı dendi mi, sensin diyor, bakın ağalar:
Kırık
mı söyleyin Allâh için Şu cânım zar?
-Kırık!
-Değil!
Alimallah
kırık!
-Değil billâh
-Yeminsiz oynıyamazlar ki, ah çocuklar ah!
-Karışmasan
için olmaz değil mi? Sen de bunak!
-Gelirsem öğretirim şimdi...
Ay
şu pampine bak!
Gelip de öğretecekmiş... Mezarcı Mahmud'a git!
Bir
üflesen gidecek ha... Tirit mi sâde tirit!
-Zemâne piçleri! Gördün
ya, hepsi besmelesiz...
Ne saygı var, ne hayâ var. Eğer bizim işimiz,
Bu
kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!
-Herif belâya sokarsın
dırıldanıp durma!
-Mezarcı Mahmud'a git ha? Bakın it oğluna bir!
Küfürbaz
alçak, edepsiz, Bu söylenir mi Bekir?
-Yolunca terbiye verdin ya
âferin Hasan Ağa?.
-Bıraksalar beni, çoktan marizlemiştim ya!
Mezarcı
Mahmud'a ha? Vay babasının canına.
Bunun yaşında iken biz büyüklerin
yanına,
Okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;
Otur,
demezseler elpençe sâde dinlerdik;
Hayır, bu böyle değildir demek, ne
haddimize!
Evet, desek bile derlerdi: Sus behey geveze
-Otuz
yaşında idim belki; annesiz, dışarı
Kolay kolay çıkamazdım: Döverdi
çünkü karı!
Bugün, onaltıyı doldurmamış yumurcaklar,
Odun yemez
iyi bil ha! Geberse karşı koyar.
Geçende dövmek için yoklayım dedim
Kerim'i...
Bırak! Eşek değilim ben, deyip dikilmez mi?
Dayak
eşekler içinmiş, adam dövülmezmiş..
Ya biz, sözüm ona, merkeb miyiz
Bekir, bu ne iş?
Döverdiler bizi hergün de karşı koymazdık...
Ben
öyle terbiye oldum... Kolay mı insanlık?
-Dokundurur mu, ne mümkün,
eloğlu hiç adama?
O müslümanları sen şimdi, hey kuzum arama!
Gürültüsüz
oyun isterseniz gelin damaya:
Zavallı, açmaza düşmüş... Bakın
hesaplamaya!
Oyuncunun biri dalgın, elinde taş duruyor;
Rakîbi
halbuki lâ yenkâtı' bıyık buruyor.
Seyirciler mütefekkir, güzîde bir
tabaka;
Düşrünmelerdeki şîveyse büsbütün başka:
Kiminde el, filân
aslâ karışmıyorken işe,
Kiminde durmadan işler benân-ı endîşe.
Al
işte: "Beyne burundan gerek, demiş de, hulûl"
Taharriyât-ı amîkayla
muttasıl meşgûl!
Mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam:
Zemîne
dâire şeklindeki yaydı bir balgam;
Abanmış olduğu bir yamrı yumru
değnekle,
Mümâslar çekerek soktu belki yüzşekle!
Ayak teriyle
cilâlanma tahta peykelere,
Külâhlı, fesli dizilmiş yığın yığın çehre:
Nasîb-i
fikr ü zekâdan birinde yok gölge;
Duyulmamış bu beyinlerde his denen
meleke!
Aman canım, şu bizim komşu amma uğraşıcı!
-Ne belledin ya
efendim? Onun bir ismi Hacı!
-Çocuğu, ha mektebe verdim, ha
vermedimdi diye,
Sokak sokak geziyor...
-Koymuyor mu medreseye?
-Koyar
mı hiç?Arabî şimdi kim okur artık?
-Evet, gâvurcaya düştük de sanki
iş yaptık!
-Binâ'ya üç sene gittimdi hey zamanlar hey
İlim de
kalmadı...
-Zâten ne kaldı? Hiçbirşey.
- Mahalle mektebi lâzımdır
eski yolda bize;
Sülüs, nesih bitiyor yoksa hepsi. Keyfinize!
-On
üç yaşında idim aldığım zaman ketebe.
Geçende, sen ne bilirsin? demez
mi bir zübbe?
Dedim, oğlan seni gel ben bir imtihân edeyim,
Otur
da yap bakalım şöyle bir kıyak temmim.
-Nasıl, becerdi mi?
-Kâbil
mi! Rabbi yessir'i ben,
Tamam beş ayda değiştimdi kalfamız sağ iken.
-Nedir
elindeki yâhuu?
-Ceride.
-At şu pisi.
-Neden?
-Yalan
yazıyor, oğlum, onların hepisi.
-Ya doğru yazsa asarlar... Ne oldu
Volkan'cı,
Unuttunuz mu?
-Bırak boşboğazlık etme Hacı?
Şu
karşıdan gözeten fesli, zannım ağzıkara...
-Hayır, demem o değil...
-Durma
sen belânı ara!
-Canım lâtife yapar, bilmiyor musun Ömer'i?
-Biraz
rahatsızım Ahmed, yakın benim feneri!
Duyuldu bir iri ses,
arkasından istiğfâr...
Meğer geğirti imiş.
-Pek şifâlı şey şu
hıyar.
Cacık yedin mi, ne hikmet, hazır hemen teftîh...
-Evet
şifâlı yemiştir...
-Yemiş mi? Lâ-teşbîh.
-Günâha girme. Tefâsîrde
öyle yazmışlar...
Dayım demişti ki: Gördüm, hıyar hadiste de var:
-Hasan
, bizim yeni dâmad ne oldu anlamadık
Görünmüyor?
-Karı
koyvermiyor. Herif, kılıbık.
-Evinde çan çan eden erkeğin de aklına
şaş...
Laf anlamaz dişi mahluku, durma sen uğraş.
-Kim uğraşır a
babam, bunca yıllık ehlim iken,
Adem hesabına koymam bizim köroğlunu
ben.
........................
........................
Tavanın
pervazı altındaki toprak yuvadan,
Bakıyor bunlara, yan yan, iki çifte
ince nazar:
"Ya sizin bir yuvanız yok mu?" diyor anlaşılan,
Dişi
erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar
Eklenme Tarihi:
26.11.2000
Mehmet
Akif Ersoy
Salı Tem. 19, 2011 2:24 pm tarafından glewci
» Xara3d5 3 boyutlu yazi yazma programi (dj isimleri yazmak icin şahane)
C.tesi Nis. 16, 2011 10:24 am tarafından erhan2188
» Hareketli Avatar Yapımı
C.tesi Mart 12, 2011 9:47 pm tarafından (fog)'(x)
» Sjsro 11d'li Media.pk2...!!
C.tesi Mart 12, 2011 1:26 pm tarafından womekan
» Pet (Horse, Wolf, Kervan vs.) Auto Pot.
Salı Şub. 15, 2011 5:11 pm tarafından wiar01
» Silkroad'ı 3D Oynayın! Bir İlk :)
Perş. Şub. 03, 2011 4:38 pm tarafından Fleyd
» Kangurularla Apaçi
Perş. Şub. 03, 2011 3:35 pm tarafından (fog)'(x)
» EiffeL Kulesi Önünde Apaçi :)
Perş. Şub. 03, 2011 3:33 pm tarafından (fog)'(x)
» Apaçi Marşı- Bağlama&Gitar
Perş. Şub. 03, 2011 3:27 pm tarafından (fog)'(x)
» Apaçi Müziği - Gitar Versiyon
Perş. Şub. 03, 2011 3:21 pm tarafından (fog)'(x)