|| Kopuk GençLik || Zamane GençLerin SanaL Mekanı ||

OOOPS Bİ DAKKA KARDEŞ !


Şimdi Hacı Sen Bu Foruma Zati Üyeysen Sorun Yok,Giriş Yap.

Haa Yok Üye FeLan DeğiLim Üye oLupta Ne İşime Yarıyacak Diyorsan Oku;
Komedi,Arkadaşlık,İyi Vakit,Sanal Bi Aile Hatta Yetim ve Öksüz KardeşLerimize Sanal Ana ve Babada Oluruz Üye oL Yeter...


Join the forum, it's quick and easy

|| Kopuk GençLik || Zamane GençLerin SanaL Mekanı ||

OOOPS Bİ DAKKA KARDEŞ !


Şimdi Hacı Sen Bu Foruma Zati Üyeysen Sorun Yok,Giriş Yap.

Haa Yok Üye FeLan DeğiLim Üye oLupta Ne İşime Yarıyacak Diyorsan Oku;
Komedi,Arkadaşlık,İyi Vakit,Sanal Bi Aile Hatta Yetim ve Öksüz KardeşLerimize Sanal Ana ve Babada Oluruz Üye oL Yeter...

|| Kopuk GençLik || Zamane GençLerin SanaL Mekanı ||

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Sayfayı FaceBook'ta Paylaş
Design By Sahirâne Design ©️
Tıkla Beğen
Erzurum

    Mahalle Kahvesi

    (fog)'(x)
    (fog)'(x)
    Mahalle Kahvesi CouronnePatRoN
    PatRoN


    Uyarı Seviyesi Uyarı Seviyesi : Uyarı Yok !
    Cinsiyetim Cinsiyetim : Erkek
    Kayıt Tarihim Kayıt Tarihim : 14/01/10
    Yaşım Yaşım : 34
    MemLeketim MemLeketim : Yarimin Yanı
    Mesaj Sayım Mesaj Sayım : 2732

    Mahalle Kahvesi Empty Mahalle Kahvesi

    Mesaj tarafından (fog)'(x) Çarş. Şub. 03, 2010 11:52 am

    Mahalle Kahvesi

    Kardeşim Hüseyin
    Avni'ye

    "Mahalle kahvesi!" Osmanlılar bilir ne demek?
    Tasavvur
    etme sakın "Görmedim nedir?" diyecek.
    Dilenci şekline girmiş bu
    "sinsi cânîler
    Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler
    Adımda
    bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...
    Zavallı yolcunun artık kıyar
    bütün gününe!
    Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;
    Fakat bir
    onluğa âgûş açan sefâletini
    Görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa,
    hemen
    Vurur şikânnı tâ kalbinin samîminden.
    Mahalle kahvesi hâlâ
    niçin kapanmamalı?
    Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!
    Hayır,
    bu perde, bu Şark'ın bakılmıyan yarası;
    Bu, çehresindeki levsiyle
    yurda yüz karası
    Hayâtımızda gediktir "gedikli" nâmıyle,
    Açık
    durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!
    Sakın firengiye benzetmeyin
    fecâ'atini:
    Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.
    Mahalle
    kahvesi Şark'ın harîm-i kâtilidir
    Tamam o eski batakhâneler
    mukâbilidir:
    Zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;
    Söner bu
    hufrede idrâki, sonra kendi ölür:..
    Muhît-i levsine dolmuş ki öyle
    manzaralar:
    Girince nûr-i nazar simsiyâh olur da çıkar!
    Yatarzemîn-i
    sefilinde en kesîf eşbâh,
    Yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh.
    Dehân-ı
    lâ'nete benzer yarıklarıyle tavan,
    Kusar içinde neler varsa
    hâtırâtından!
    0 hâtırâtı sakın sanmayın: Meâlîdir;
    Bütün rezâil-i
    târîhimizle mâlîdir.
    Neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalnız,
    Mülevvesâtına
    mâzîmizin sarılmadayız?
    Kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın?
    Hayır,
    o nesl-i necîbin, o şanlı evlâdın
    Damarlarında şehâmet yüzerdi kan
    yerine;
    Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.
    Fakat biz onlara
    âid ne varsa elde, yazık,
    Birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!
    Bütün
    heyâkil-i san'at yetiştiren Şark'ın,
    Zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra
    döndü bakın!
    Ne hastahânesi kalmış zavallı eslâfin,
    Ne bir
    imâreti, bitmiş elinde ahlâfin.
    Kanallann izi yok köprüler harâb
    olmuş;
    Sebillerin başı boş, çeşmeler serâb olmuş!
    O kahraman
    babalardan doğan bu nesl-i cebîn
    Ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i
    yemîn.
    Azâb içinde kalır sa'yi görse rü'yâda.
    Niçin yorulmalı
    zâten "ölümlü dünyâ "da?
    Vücud emânet-i Hak doğru, hem de cennetlik.
    Bu
    kahveler gibi Cennet de müslimîne gedik!

    "Hayât-ı âile" isminde
    bir ma'îşet var;
    Sa'âdet ancak odur... Dense hangimiz anlar ?
    Hayât-ı
    âile dünyâda en safâlı hayat,
    Fakat o âlemi bizler tanır mıyız?
    Heyhat!
    Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
    Evinde akşam
    otursan kemâl-i izzetle;
    Karın, çocuklann, annen, baban, kimin varsa,
    Dolaşsalar;
    seni kat kat bu hâleler sarsa,
    Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz
    mı?
    İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?
    Karın nedîme-i
    rûhun; çocukların rûhun
    Anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.
    Sıkıldın
    öyle mi! Lâkin, biraz alışsan eğer
    Fezâ kadar sana vâsi' gelir bu
    dar çember.
    Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?
    Gelin de
    bir bakalım... Buyrun işte bir kahve:
    ***
    Çamurlu bir kapı,
    üstünde bir değirmi delik;
    Önünde tahta mı, toprak mı? Sonna, pis bir
    eşik.
    Şu gördüğüm yer için her söylesem câiz;
    Ahırla farkı: O
    yemliklidir, bu yemliksiz!.
    Zemîni yüz sene evvel döşenme malta
    imiş..
    "İmiş "le söylüyorum. Çünkü anlamak uzun iş
    O bir karış
    kirin altında hângi mâden var?
    Tavan açık kuka renginde; sağlı sollu
    duvar,
    Maun cilâsına batmış tütünle nargileden;
    Duman ocak gibi
    çıkmakta çünkü her lüleden.
    Dikilmiş ortaya boynundan üstü az koyu
    al,
    Vücûdu kapkara, leylek bacaklı bir mangal.
    Şu var ki bilmeyen
    insan görürse birden eğer,
    "Balıkçılın kara saçtan yapılma heykeli!"
    der:
    Kenarda, peykelerin alt başında bir kirli
    Tomar sürükleniyor,
    bir yatak ki besbelli:
    Çekilmiş üstüne yağmurluğumsu bir pırtı,
    Zavallının,
    güveden, lîme lîme hep sırtı.
    Kurur bu örtünün üstünde yağlı bir
    mendil;
    Ki "bir tependen inersem!" diyen hasır zenbil;
    Onun
    hizâsına gelmez mi, bir döner çöyle,
    Sicimle kulpuna ilmikli çifte
    mestiyle!
    Duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk,
    İçinde camlı
    dolap var ya, raflarında ne yok!
    Birinci katta sülük beslenen büyük
    kavanoz;
    Onun yanında kan almak için beş on boynuz.
    İkinci katta
    bütün kerpetenler, usturalar...
    Demek ki kahveci hem diş tabîbi, hem
    perukâr!
    İnanmadınsa değildir tereddüdün sırası;
    Uzun lâkırdıya
    hâcet ne? İşte mosturası;
    Çekerken etli kemiklerle aynlıp çeneden,
    Sonunda
    bir ipe, boy boy, onar onar, dizilen,
    Şu kazma dişleri sen mahya
    belledinse, değil;
    Birer mezâra işâret düşün ki her kandil!
    Üçüncü
    katta durur sâde havlu bohçaları.
    Sağında cam dolabın hücre hücre
    bitpazarı.
    Duvarda türlü resimler: Alındı Çamlıbeli,
    Kaçırmış
    Ayvaz'ı ağlar Köroğlu rahmetli!
    Arab Üzengi ye çalmış Şah İsmail
    gürzü;
    Ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü.
    Firaklıdır
    Kerem'in "Of?" der demez yanışı,
    Fakat şu "Ah mine'l-aşk"a kim durur
    karşı?
    Gelince Ezrakabânû denen acûze kadın
    Külüngü düşmüş elinden
    zavallı Ferhâd'ın!
    Görür de böyle Rüfâî'yi: Elde kamçı yılan,
    Beyaz
    bir arslana binmiş; durur mu hiç dede can?
    Bakındı bak Hacı
    Bektâş'a: Deh demiş duvara!
    Resim bitince gelir şüphesiz ki beyte
    sıra.
    Birer birer oku mümkünse, sonra ma'nâ ver...
    Hayır, hülâsası
    kâfi, yekûnu ömre sürer:
    Bedâhaten kusulan herze pâreler ki düşün,
    Epey
    zaman daha lâzımdı herze olmak için!

    Oturmadan içi yağ bağlamış
    bodur masanın,
    Yayılmış üstüne birçok kâğıt ki, oynayanın,
    Elinde
    yağlı meşin zannedergörünce adam.
    Ya tavlanın kiri? Kâbil değildir,
    anlatamam.
    Harîta-vâri açılmış en orta yerde dama;
    Beyaz mı
    taşları, yâhud siyah mı, hiç sonna!
    Hutûtu: Gâyr-i muayyen hudûdu
    memleketin:
    Nazarda haylice idman gerek ki fark etsin ;
    Deliklerindeki
    pislik lebâleb olsa, yine,
    Bakınca bunlara gâyet temiz kalır domine.
    Delikli
    çekmece var ha! Demirbaş eşyadan;
    Yanında bir de kulaksız tekir..
    Unutma aman!

    Asıldı bey koza!
    -Besbelli, bak sırıttı aval;
    -
    Bacak elinde mi?
    - Kır, Hamdi sen de dağlıyı al.
    -Ulan! Kapakta
    imiş dağlı... Hay köpek oğlu köpek!
    -Köpek oğlu kendine benzer, uzun
    kulaklı eşek!
    -Sekizli, onlu, ne çektinse ver de oryayı tut.
    -Halim,
    ne uğraşıyorsun bu çıkmaz işte: Kaput!

    - Cihâr ü yek mi o taş?
    -Hiç
    sıkılma öldü dü-şeş!
    -Elimde yok mu diyor? Çek babam!
    Aman
    şeş-beş!
    - Hemen de buldu be? Gelsin hesaplayıp durma!
    - Bi parti
    yendi ya akşam, dikiz gelin kuruma!
    - Dü-beşle bağlıyorum.
    -Yağma
    yok!
    -Elindeki ne?
    -Se-yek.
    Aman durun öyleyse: Penc ü yek
    domine!

    -Mızıkçı dendi mi, sensin diyor, bakın ağalar:
    Kırık
    mı söyleyin Allâh için Şu cânım zar?
    -Kırık!
    -Değil!
    Alimallah
    kırık!
    -Değil billâh
    -Yeminsiz oynıyamazlar ki, ah çocuklar ah!
    -Karışmasan
    için olmaz değil mi? Sen de bunak!
    -Gelirsem öğretirim şimdi...
    Ay
    şu pampine bak!
    Gelip de öğretecekmiş... Mezarcı Mahmud'a git!
    Bir
    üflesen gidecek ha... Tirit mi sâde tirit!
    -Zemâne piçleri! Gördün
    ya, hepsi besmelesiz...
    Ne saygı var, ne hayâ var. Eğer bizim işimiz,
    Bu
    kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!
    -Herif belâya sokarsın
    dırıldanıp durma!
    -Mezarcı Mahmud'a git ha? Bakın it oğluna bir!
    Küfürbaz
    alçak, edepsiz, Bu söylenir mi Bekir?
    -Yolunca terbiye verdin ya
    âferin Hasan Ağa?.
    -Bıraksalar beni, çoktan marizlemiştim ya!
    Mezarcı
    Mahmud'a ha? Vay babasının canına.
    Bunun yaşında iken biz büyüklerin
    yanına,
    Okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;
    Otur,
    demezseler elpençe sâde dinlerdik;
    Hayır, bu böyle değildir demek, ne
    haddimize!
    Evet, desek bile derlerdi: Sus behey geveze
    -Otuz
    yaşında idim belki; annesiz, dışarı
    Kolay kolay çıkamazdım: Döverdi
    çünkü karı!
    Bugün, onaltıyı doldurmamış yumurcaklar,
    Odun yemez
    iyi bil ha! Geberse karşı koyar.
    Geçende dövmek için yoklayım dedim
    Kerim'i...
    Bırak! Eşek değilim ben, deyip dikilmez mi?
    Dayak
    eşekler içinmiş, adam dövülmezmiş..
    Ya biz, sözüm ona, merkeb miyiz
    Bekir, bu ne iş?
    Döverdiler bizi hergün de karşı koymazdık...
    Ben
    öyle terbiye oldum... Kolay mı insanlık?
    -Dokundurur mu, ne mümkün,
    eloğlu hiç adama?
    O müslümanları sen şimdi, hey kuzum arama!

    Gürültüsüz
    oyun isterseniz gelin damaya:
    Zavallı, açmaza düşmüş... Bakın
    hesaplamaya!
    Oyuncunun biri dalgın, elinde taş duruyor;
    Rakîbi
    halbuki lâ yenkâtı' bıyık buruyor.
    Seyirciler mütefekkir, güzîde bir
    tabaka;
    Düşrünmelerdeki şîveyse büsbütün başka:
    Kiminde el, filân
    aslâ karışmıyorken işe,
    Kiminde durmadan işler benân-ı endîşe.
    Al
    işte: "Beyne burundan gerek, demiş de, hulûl"
    Taharriyât-ı amîkayla
    muttasıl meşgûl!
    Mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam:
    Zemîne
    dâire şeklindeki yaydı bir balgam;
    Abanmış olduğu bir yamrı yumru
    değnekle,
    Mümâslar çekerek soktu belki yüzşekle!

    Ayak teriyle
    cilâlanma tahta peykelere,
    Külâhlı, fesli dizilmiş yığın yığın çehre:
    Nasîb-i
    fikr ü zekâdan birinde yok gölge;
    Duyulmamış bu beyinlerde his denen
    meleke!
    Aman canım, şu bizim komşu amma uğraşıcı!
    -Ne belledin ya
    efendim? Onun bir ismi Hacı!
    -Çocuğu, ha mektebe verdim, ha
    vermedimdi diye,
    Sokak sokak geziyor...
    -Koymuyor mu medreseye?
    -Koyar
    mı hiç?Arabî şimdi kim okur artık?
    -Evet, gâvurcaya düştük de sanki
    iş yaptık!
    -Binâ'ya üç sene gittimdi hey zamanlar hey
    İlim de
    kalmadı...
    -Zâten ne kaldı? Hiçbirşey.
    - Mahalle mektebi lâzımdır
    eski yolda bize;
    Sülüs, nesih bitiyor yoksa hepsi. Keyfinize!
    -On
    üç yaşında idim aldığım zaman ketebe.
    Geçende, sen ne bilirsin? demez
    mi bir zübbe?
    Dedim, oğlan seni gel ben bir imtihân edeyim,
    Otur
    da yap bakalım şöyle bir kıyak temmim.
    -Nasıl, becerdi mi?
    -Kâbil
    mi! Rabbi yessir'i ben,
    Tamam beş ayda değiştimdi kalfamız sağ iken.
    -Nedir
    elindeki yâhuu?
    -Ceride.
    -At şu pisi.
    -Neden?
    -Yalan
    yazıyor, oğlum, onların hepisi.
    -Ya doğru yazsa asarlar... Ne oldu
    Volkan'cı,
    Unuttunuz mu?
    -Bırak boşboğazlık etme Hacı?
    Şu
    karşıdan gözeten fesli, zannım ağzıkara...
    -Hayır, demem o değil...
    -Durma
    sen belânı ara!
    -Canım lâtife yapar, bilmiyor musun Ömer'i?
    -Biraz
    rahatsızım Ahmed, yakın benim feneri!

    Duyuldu bir iri ses,
    arkasından istiğfâr...
    Meğer geğirti imiş.
    -Pek şifâlı şey şu
    hıyar.
    Cacık yedin mi, ne hikmet, hazır hemen teftîh...
    -Evet
    şifâlı yemiştir...
    -Yemiş mi? Lâ-teşbîh.
    -Günâha girme. Tefâsîrde
    öyle yazmışlar...
    Dayım demişti ki: Gördüm, hıyar hadiste de var:
    -Hasan
    , bizim yeni dâmad ne oldu anlamadık
    Görünmüyor?
    -Karı
    koyvermiyor. Herif, kılıbık.
    -Evinde çan çan eden erkeğin de aklına
    şaş...
    Laf anlamaz dişi mahluku, durma sen uğraş.
    -Kim uğraşır a
    babam, bunca yıllık ehlim iken,
    Adem hesabına koymam bizim köroğlunu
    ben.
    ........................
    ........................
    Tavanın
    pervazı altındaki toprak yuvadan,
    Bakıyor bunlara, yan yan, iki çifte
    ince nazar:
    "Ya sizin bir yuvanız yok mu?" diyor anlaşılan,
    Dişi
    erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar

    Eklenme Tarihi:
    26.11.2000

    Mehmet
    Akif Ersoy

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 5:00 pm