|| Kopuk GençLik || Zamane GençLerin SanaL Mekanı ||

OOOPS Bİ DAKKA KARDEŞ !


Şimdi Hacı Sen Bu Foruma Zati Üyeysen Sorun Yok,Giriş Yap.

Haa Yok Üye FeLan DeğiLim Üye oLupta Ne İşime Yarıyacak Diyorsan Oku;
Komedi,Arkadaşlık,İyi Vakit,Sanal Bi Aile Hatta Yetim ve Öksüz KardeşLerimize Sanal Ana ve Babada Oluruz Üye oL Yeter...


Join the forum, it's quick and easy

|| Kopuk GençLik || Zamane GençLerin SanaL Mekanı ||

OOOPS Bİ DAKKA KARDEŞ !


Şimdi Hacı Sen Bu Foruma Zati Üyeysen Sorun Yok,Giriş Yap.

Haa Yok Üye FeLan DeğiLim Üye oLupta Ne İşime Yarıyacak Diyorsan Oku;
Komedi,Arkadaşlık,İyi Vakit,Sanal Bi Aile Hatta Yetim ve Öksüz KardeşLerimize Sanal Ana ve Babada Oluruz Üye oL Yeter...

|| Kopuk GençLik || Zamane GençLerin SanaL Mekanı ||

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Sayfayı FaceBook'ta Paylaş
Design By Sahirâne Design ©️
Tıkla Beğen
Erzurum

    Hz. Musa ( A.S )

    (fog)'(x)
    (fog)'(x)
    Hz. Musa ( A.S ) CouronnePatRoN
    PatRoN


    Uyarı Seviyesi Uyarı Seviyesi : Uyarı Yok !
    Cinsiyetim Cinsiyetim : Erkek
    Kayıt Tarihim Kayıt Tarihim : 14/01/10
    Yaşım Yaşım : 34
    MemLeketim MemLeketim : Yarimin Yanı
    Mesaj Sayım Mesaj Sayım : 2732

    Hz. Musa ( A.S ) Empty Hz. Musa ( A.S )

    Mesaj tarafından (fog)'(x) Ptsi Şub. 01, 2010 3:22 pm


    Allahü
    teâlâ ile Tûr dağında
    konuşmuştur.






    MÛSÂ
    ALEYHİSSELÂM









    İsrâiloğullarına
    gönderilen peygamberlerden.
    Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve kendilerine
    ''ulü'l-azm'' denilen
    altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ ile konuştuğu için,
    ''Kelimullah''
    denilmiştir. Beni İsrâil'e gelmiştir. Yâkub aleyhisselâmın
    soyundandır.
    Hârûn aleyhisselâmın kardeşidir. Babasının ismi İmrân'dır.
    Annesinin
    ismi Nüceyb veya Nâciye veya Yuhâbil'dir. Hazret-i Yûsuf'tan
    sonra,
    Mısır'da, İsrâiloğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i
    Yâkûb
    ve hazret-i Yûsuf'un bildirdikleri dine inanıyorlar ve
    emirleriniyerine
    getiriyorlardı. Mısır'ın eski yerlisi Kıbti kavmiyse
    yıldızlara ve putlara
    taparlardı ve İsrâiloğullarına hakâret gözüyle bakar,
    başlarında bulunan
    firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı.
    Onların çoğalmasından
    endişe ederlerdi. Beni İsrâil, Kıbti kavminin kötü
    muâmelelerinden ve
    firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu
    bakımdan dedelerinin
    eski yurtları olan Ken,ân diyârına gitmek isterlerdi. Fakat
    firavunlar
    onların Mısır'dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini
    artırırlardı.
    Mısır'ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen
    krallar, kendilerine
    mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu
    piramitlerin yapımında
    binlerce insanı zorla çalıştırıyorlar. Allahü teâlâyı inkâr
    edip, ilâhlık
    dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık
    meslek hâline
    getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar
    türemişti.
    Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece
    rüyâsında
    Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır'ın yerli halkı
    Kıbtileri yaktığını,
    İsrâiloğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı
    yorumlayan
    kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk dünyâya gelecek,
    senin
    saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın, dediler. Bunun
    üzerine Firavun
    on iki kabile hâlinde olan ve her bir kabilenin başında bir
    idârecisi
    bulunan İsrâiloğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi.
    İsrâiloğullarından
    doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu
    hâdise
    karşısında İsrâiloğullarının sıkıntıları iyice arttı.
    Firavun'un emrine
    karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan
    Mûsâ aleyhisselâmın
    annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti.
    Kur'ân-ı
    kerim'de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği
    bildirilmektedir.
    ''Mûsâ'nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Mûsâ'yı)
    emzirİ sonra
    öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine)
    bırakıver, boğulmasından
    korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana
    geri
    vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.'' (Kasas
    sûresi:7)


    Mûsâ aleyhisselâmın annesi onu bir
    sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp
    giderken
    akıntı onu Firavun'un sarayına doğru sürükledi. Firavun'un
    hanımı Âsiye,
    sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde
    nûr topu
    gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip;''Aman bunu
    öldürmeyiniz.
    Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz.'' dedi.
    Onu emzirmek
    için pekçok süt analar getirtti.. Mûsâ aleyhisselâm
    hiçbirisinin memesini
    almadı. Annesi, çocuğunun Firavun'un sarayına alındığını ve
    süt annesi
    arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için
    kızını yâni
    hazret-i Mûsâ'nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip;
    ''Size bu
    çocoğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber
    vereyim mi?''
    dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın annesini getirttiler.
    Mûsâ aleyhisselâm
    onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun'un hanımı Âsiye
    onu süt
    anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın
    kendi oğlunu
    Firavun'un sarayında emzirip büyüttü. Mûsâ aleyhisselâm
    Firavun'un sarayında
    büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve büyük kardeşi
    Hârûn'un
    yanına gitti. Bir gün gördü ki; İsrâiloğullarından biriyle bir
    Kıbti
    kavga ediyor. Hazret-i Mûsâ aralarına girip ayırmak için
    Kıbtiyi itip
    hafifçe göğsüne vurdu. Kıbti yere düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ
    elinden
    böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun'un şerrinden çekinip,
    Mısır'dan
    ayrılarak Medyen'e gitti. Orada peygamber olan Şuayb
    aleyhisselâmla
    buluşup, on sene Medyen'de kaldı ve Şuayb aleyhisselâmın
    kızıyla evlendi.
    Daha sonra Mısır'a gitmek üzere Medyen'den ayrıldı. Tur Dağına
    geldiği
    sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve
    kardeşi
    Hârûn aleyhisselâma peygamberlik verildi. Elindeki asânın
    yılan olması
    mûcizesi ve eline koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık
    yayması
    mûcizeleri verildi. Sonra da Kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle
    vahyedildiği
    bildirilmektedir: ''Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı
    Rabbinin
    iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir.
    Firavun'a
    git, doğrusu o azmıştır.'' (Kasas sûresi: 32-33)


    Hazret-i Mûsâ Mısır'a varıp, kardeşi
    Hârûn aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun'a
    gidip onu
    dine dâvet ettiler. İsrâiloğullarını serbest bırakmasını
    istediler.
    Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunu üzerine
    Mûsâ
    aleyhisselâm elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir
    ejderhâ olup,
    hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardıi eli
    bembeyaz göründü.
    Bu mûcize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine
    anlatınca,
    o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Mûsâ; ''Size gelen gerçeğe dil
    mi uzatıyorsunuz.
    Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü
    teâlânın verdiği
    bir mûcisesidir.'' diyerek onları imana çağırdı. Firavun ve
    adamları
    hazret-i Mûsâ'nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği
    mûcizelere inanmayıp,
    sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; ''Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın
    ile bizi
    yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir
    göstereceğiz. Bir
    vakit veyer tâyin et.'' diyerek ülkesindeki bütün sihirbâzları
    topladı.
    Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla
    karşılaşmayı
    kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya
    geldiler.
    Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz
    bağcılık ile
    bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Mûsâ
    aleyhisselâm
    elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve
    çevik bir
    ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi
    gösterdikleri
    şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar; ''Bu mutlaka insan
    gücünün dışında
    bir mûcizedir.'' dediler ve hazret-i Mûsâ'ya iman ettiler. Bu
    hadise
    karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü
    arttırdı. Mûsâ
    aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ'ya iman
    etmiş
    olan kendi hanımı Âsiye'yi de şehit etti. Firavun ve kavmi
    küfürde ve
    imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onları çeşitli belâlar
    verdi.
    önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa
    tutuldular. Sonra
    su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar.
    Başlarına
    belâ geldikçe hazret-i Mûsâ'ya gidip belânın kaldırılmasını ve
    iman
    edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına
    devâm ederek
    iman etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen
    iman etmediler.
    Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur'ân-ı kerim'in
    A'raf sûresinde
    bildirilmektedir. Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın
    gösterdiği mûcizeler
    karşısında İsrâiloğullarının Mısır'dan gitmelerine izin verdi.
    Mûsâ
    aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün
    İsrâiloğullarını
    toplayıp Mısır'dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine
    pişmân
    oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha
    doğru onlara
    Kızıldeniz kenarında yetişti.Önlerinde denizi arkalarında
    düşmanı gören
    İsrâiloğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teâlâ
    Mûsâ aleyhisselâma
    meâlen: ''Asân ile denize vur.'' (Şuarâ sûresi:63) diye
    vahyetti. hazret-i
    Mûsâ bu emir üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye
    ayrıldı
    her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve
    kupkuru
    on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle olan İsrâiloğulları bu
    yollardan
    yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte
    peşlerine düşüp
    denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular
    kavuştu.Firavun
    askerleriyle birlikte boğuldu. Firavun boğulmak üzere iken
    ''inandım''
    demişse de onun ye'se kapılarak söylediği bu sözü kabul
    olunmadı. Bu
    hususta kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle buyurulmaktadır:
    ''İsrâiloğullarını
    denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve
    düşmanlıkla arkalarına
    düştüler. Firavun boğulacağı anda, ''İsrâiloğullarının iman
    ettiğinden
    (Allah'tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de
    Müslümanlardanım.''
    dedi.'' (Yûnus sûresi:90) Ancak Allahü teâlâ Riravun'un
    imanını kabul
    etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap
    buyurdu:
    ''Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk
    etmiştin.''
    (Yûnus sûresi:91) ''Biz de bugün seni cansız bedeninle
    denizden yüksek
    bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olsun.
    Bununla berâber
    doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret
    verici mûcizelerimizden)
    gâfildirler.'' (Yûnus sûresi: 92) Tefsir âlimlerinden
    Zemahşeri bu âyeti
    şöyle tefsir etmiştir. ''Seni deniz kenarında bir köşeye
    atacağız. Cesedini
    tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak,
    senden
    asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.''



    Firavun'un cesedi bir İngiliz araştırma
    ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında kumlar arasında
    bulunarak İngiltere'ye
    götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç bin
    yıl geçmiş
    olmasına rağmen, Firavun'un vücudu bozulmamış hâliyle secde
    eder vaziyette
    Londra'daki meşhur British Museum'da sergilenmektedir. (Bkz.
    Firavun)
    Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz'i geçtikten sonra,
    İsrâiloğullarını Ken'an
    diyârına doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna
    uğradılar.
    Bu kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı.
    Onların bu hâlini
    gören İsrâiloğulları onlara meyl ettiler. Hazret-i Mûsâ'ya;
    ''Yâ Mûsâ!
    onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.'' dediler.
    Hazret-i Mûsâ
    onlara; ''Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nimet ve
    kurtuluş
    verdi. Allahü teâlâya iman ediniz, şirkten ve putlardan
    kaçınız.'' diye
    nasihat etti.Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma bir kitap
    indireceğini
    vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm,
    kardeşi
    Hârûn'u (aleyhisselâm) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr
    Dağına gitti.
    Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vâsıtasız olarak
    Allahü teâlânın
    kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu. Mûsâ
    aleyhisselâm
    Tûr'da iken, Sâmiri adında bir münâfık İsrâiloğullarının
    ellerindeki
    altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte
    sizin ilâhınız
    budur diyerek İsrâiloğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya
    başladılar.
    Hârûn aleyhisselâm her ne kadar nasihat ettiyse de dinlemeyip,
    ona karşı
    çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'dan dönünce, bu hâle çok
    gadaplanıp
    Sâmiri'yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize
    attı. Sâmiri
    de insanlardan ayrı ve uzak, vahşi bir şekilde, başkalarını
    ona yaklaşamadığı
    gibi, o da başkalarına yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde
    bulunan Sâmiri
    sahrâda perişan bir hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu
    durumu
    sorunca; ''Nasihat ettim dinlemediler. Az kaldı beni
    öldüreceklerdi.''
    dedi. Böylece hazret-i Mûsâ'nın gadabı geçti. Onlara,
    kendisine Tevrât'ın
    indirildiğini bildirdi. İsrâiloğulları da Tevrât'ta bildirilen
    hükümlerle
    amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler.Şirkten
    kurtulup,
    Allahü teâlâya imân ve şbâdet ettiler. İsrâiloğulları Tih
    sahrasında
    kaldıkları sırada Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerine uymayıp
    yine taşkınlık
    gösterdiler. Mûsâ aleyhisselâmdan çeşitli isteklerde
    bulundular. Allahü
    teâlâ Mûsâ aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tih Sahrasında susuz
    kalan
    İsrâiloğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ
    aleyhisselâm
    asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp İsrâiloğulları
    içtiler.


    Allahü teâlâ onlara''Selva'' denilen
    bıldırcın eti ve ''men'' denilen kudret helvası ihsân etti.
    Nihâyet;
    ''Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan gibi hubûbat ve
    sebze isteriz''
    dediler. Bu nimetlere karşı nankörlük yapan İsrâiloğulları,
    Mûsâ aleyhisselâmın
    Ken'an diyârında bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp
    etmeleri isteğini
    de kabul etmediler. Mûsâ aleyhisselâma; ''Sen ve Rabbin
    cebbârlara karşı
    gidip savaş edin.'' dediler. Mûsâ aleyhisselâmın
    akrabâlarından olan
    Kârûn, Mûsâ aleyhisselâma karşı iftirâda bulunduğu için
    malları ve servetiyle
    yerin dibine battı. İsrâiloğulları böyle taşkınlıklar
    gösterdikleri
    için Allahü teâlâ onları kırk sene müddetle Tih Sahrâsında
    kalmakla
    cazâlandırdı. Kırk sens müddetle Tih Sahrâsında şaşkın ve
    perişan bir
    hâlde dolaşan İsrâiloğulları, perişan hâlde telef oldular.
    Nihâyet aradan
    epey bir zaman geçip İsrâiloğullarının çocukları itâatkâr ve
    savaşacak
    bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da vefât
    etti. Mûsâ
    aleyhisselâm, İsrâiloğullarını alıp, Lût gölünün güney
    tarafına getirdi.
    Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın
    ordusu
    ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin
    doğusuna sâhip
    oldular. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan
    Ken'an diyârı
    gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan Mûsâ
    aleyhisselâm vefât
    etti. Mûsâ aleyhisselâmın nerede vefât ettiği ve kabrini
    nerede olduğu
    husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs civarında veya
    Nebû Dağında
    olduğu bu rivâyetlerdendir. Hazret-i Mûsâ'nın şeriatı
    (bildirdiği dini)
    hazret-i İsâ'nın gönderilmesine kadar devâm etti. İkisi
    arasında gelen
    peygamberler hep Mûsâ aleyhisselâmın şeriatı ile amel etmekle
    mükellef
    oldular. İsrâiloğulları daha sonra Tevrât'ı değiştirip hak
    dinden uzaklaşıp
    yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahûdiler denilmiştir.



    Mûsâ aleyhisselâmın mûcizeleri:
    1-Asâsının ejderhâ (büyük yılan) olması.
    2-Yed-i Beydâ: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi
    parlaması.
    Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı. 3-Kavmiyle
    Kızıldeniz'in kenarına
    gelince asâsını vurup denizde yol açması. 4-Tih sahrâsında
    kavminin
    susuz kalıp, su istemeleri üzerine asâsını bir taşa vurup Beni
    İsrâil'in
    kabileleri adedince, on iki pınar akıtması. 5-Firavun ve KIbti
    kavmi
    İsrâiloğullarına zulüm ettiği ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayıp
    isyân
    ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Mûsâ'ya tûfân mûcizesini
    vermiştir.
    Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu
    ki, kimse
    evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve güneşin ışığı görünmez oldu..
    Kıbtilerin
    evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar
    yükseldi.
    İsrâiloğullarının evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun
    ve Kıbti
    kavmi, bu belânın kaldırılmasını ve iman edeceklerini
    söylediler. Kaldırıldı
    fakat yine imân etmediler ve başka belâlara dûçâr
    oldular.6-Kıbti kavminin
    ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin
    tavanlarını
    yiyen çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mûcizesi. Bu
    çekirgeler
    İstâiloğullarına hiç dokunmayıp, Firavun'un kavmi Kıbtilere
    musallat
    olmuştur. 7-Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın
    Mûsâ aleyhisselâmın
    mûcizesi olarak kibtı kavmine musallat olması. 8- Kurbağa
    mûcizesi,
    Kıbti kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında iman
    edeceklerini
    söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst
    üstüne belâya
    tutuldular. Kurbağaların istilâsına uğramaları da şiddetli
    belâlardan
    biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer,
    kalırdı. Bir
    söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa
    ağızlarından
    midelerine girerdi. Geceleri üzerinde toplanan kurbağaların
    seslerinden
    uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı takdirde, iman
    edeceğini
    söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine iman etmedi. 9-Kan
    belâsı. Mısır'da
    bulunan bütün sular, Kıbtilerin kaplarına doldurulurken kan
    hâlini alırdı.
    Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrâiloğullarına ise
    böyle
    bir şey olmazdı. 10-İsrâiloğullarından biri öldürüldüğü vakit
    kimin
    öldürdüğü bilinemeyince, Mûsâ aleyhisselâmın duâsı ile
    dirilip, kendisini
    öldüreni haber vermiştir. 11-Mûsâ aleyhisselâm kavmiyle Tih
    çölüne geldiği
    zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için, Mûsâ aleyhisselâma
    gelerek
    çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Mûsâ
    akeyhisselâm
    Allahü teâlâya duâ etti. Kudret helvası ve bıldırcın kebabı
    indi. Her
    ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu. 12-Hazret-i
    Mûsâ^nın duâsı
    ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve
    meyveler
    eski hâlini almıştır. 13- Hazret-i Mûsâ Tih sahrâsında bulunan
    İsrâiloğullarının
    durumunu merak edince bir kurt gelip onların hâllerini haber
    vermiştir.
    14-Hazret-i Mûsâ'nın duâsıyla sarı dikenler altın olmuştur.
    Malı ve
    zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü
    ile birlikte
    tere batırılan Kârun, bu mûcize karşısında âciz kalıp, hased
    ederdi.
    15-Yolculukta hazret-i Mûsâ'ya uzun mesâfeler kısalır, kısa
    zamanda
    çok uzak mesâfeleri katederdi.

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 8:20 am